Bu Blogda Ara

26 Ağustos 2011 Cuma

Murdoch'dan Rockefeller ve Rothschild ile Türkiye'yi de içeren dünya gerçekleri... ÇOK ÇARPICI BİR RÖPORTAJ

                                             Five-Rockefeller-Brothers-i


                                                            Rothschilds



Dame Elisabeth Murdoch with son Rupert Murdoch and daughters Anne Kantor (rear) and Janet Calvert-Jones

Murdoch'dan Rockefeller ve Rothschild ile Türkiye'yi de içeren dünya gerçekleri... ÇARPICI BİR RÖPORTAJ



Salı, Ağustos 23, 2011


Zamanın Ruhu, sizlere Zeitgeist teması ile para-ekonomisi düzenini sürdüren Şirketokrasi'nin imparatorları hakkında iki belgesel film sunmuştu... İzleyenler futurist, bilim adamı ve toplum mühendisi Fresco'nun görüşlerini hatırlayacaklar...
Aşağıda okuyacağınız röportaj, bu filmlere paralel bir temayı işliyor... Kişiler ise Murdoch, Rockefeller, Rothschild aileleri ki, 100 yılı aşkın bir süredir dünyaya yön veren şirketlerin ve örgütlerin başındaki gerçek kişiler ve niyetlerini düne kadar başarıyla saklayabiliyorlardı...
Fakat "güneş balçıkla sıvanmaz" misali, farklı ülkerdeki bir avuç gazeteci, araştırmacı ve yazar ile bürokrat, bilim adamı ve politikacı, yaptıklarından, alet olduğundan utanç duyarak insafa gelen itirafçıların şahit olduğu entrikalar, olaylar, artık medyaya haber ve cilt cilt kitaplara konu oldu... En önemlisi de İnternet'e aktarılarak hızla yayılmaya başladı...


Bu kez, gazeteci/yazar/araştırmacı ve belgeselci Banu Avar'dan Murdoch'un tanık olduğu son derece çarpıcı, dünya gerçekleri ile birebir örtüşen, kimileri için fantastik, kimileri içinse gerçek ötesi denilebilecek bir röportajı sunuyorum.


YCY


Illuminati’nin çekirdek üyesi ve Amerikan Medya imparatoru Rupert Murdoch şöyle anlatıyor:


Trokya Toplantısı, Illuminati’nin yemek buluşmasıydı. David Rockefeller, Baron de Guy Rothschild ve Yale, Harvard, Princeton ve MIT üniversitelerinin yöneticileri ile buluşmuştuk.



Yemekten sonra Rockefeller ve Rothschild dışındaki konuklar okullarına dönmüş, üçümüz özel bir odada baş başa kalmıştık. Onlarla geçtiğimiz sohbetlerimizin hepsini vermiyorum ama sizin merak ettiğiniz ve bilmeniz isteyeceğimiz şeyleri de söyleyebilirim.


KRALİÇE VE KİLİSEYİ GÖZDEN DÜŞÜRDÜK


Rockefeller: Fransız İhtilali öncesinde Kraliyet ve Kilise mensuplarını halkın gözünden düşürmek için şöyle bir oyun oynandı. Kraliçe Marie Antoniette adına devrin ünlü bir kuyumcusuna iri elmaslardan oluşan bir gerdanlık siparişi verildi. Kuyumcu bu siparişi hazırlayıp Kraliçe’ye götürdü; ama Kraliçe doğal olarak gerdanlığı kabul etmedi ve para ödemedi. Fakat bu olay kraliçenin parayı çarçur ettiği şeklinde bütün basında yer aldı. Devrin kardinaline, durumu izah etmek isteyen Kraliçe adına; adamlarımız tarafından genelev olarak işletilen şehrin bir otelinde randevu verildi. Otele gelen Kardinale bir fahişe Kraliçe olarak tanıtıldı ve fahişe ile Kardinal bütün basında yer aldı. Böylece hem Kraliyet Ailesi, hem de en yüksek kilise makamı yıpratılmış oluyordu. Eski başkanlardan Nixon bizim yolumuzdan çıkınca, Watergate Skandalı ile bir anda gözden düşürülüp istifa etmek zorunda bırakılmıştır.”


KENNEDY VE MARILY MONROE NEDEN ÖLDÜLER


“John F. Kennedy suikastı bir diğer güzel örnektir. Aslında yaramaz çocuk Kennedy tam bizim isteklerimiz doğrultusunda hareket ediyordu; fakat vücudunu bitkin düşüren rahatsızlıkları vardı. Devlet başkanlığı yapmak çok yorucu bir iş olduğu için uyarıcı ilaçlar kullanıyordu. Fakat son zamanlarda özellikle seks yaşamını sürdürebilmesi için bu ilaçların dozunu arttırmaya başlamıştı ve ilaçlar içkiyle karışınca ağzından çıkanların farkına varmıyordu. Marily Monroe ile yakın ilişkisi vardı ve biz bir gün yatak odasını dinlemeye aldırdık ve bize karşı çıkararak o sıralarda sürmekte olan Vietnam Savaşı’nı sona erdirmeyi planladığını öğrendik. Bizler ise bu savaşın çıkması için çok büyük paralar harcamış; ama henüz hedeflediğimiz cirolara ulaşamamıştık. Sonucu biliyorsunuz, her ikisi de dünyaya erken veda etmek zorunda kaldılar.


AMAÇ, DÜNYADA TEK DEVLET, TEK DİN


Bizim amacımız yeryüzündeki bütün devletleri birleştirip, tek bir dini olan tek bir dünya devleti kurmaktır. Bütün dünya tek bir merkezden yönetilecek, ve başkenti de Kudüs olacak. Böylece savaşlar, acılar, açlık gibi kavramları ortadan kaldıracağız.”


Ben de burada konuşmaya girmek isteyip “Peki bu dünya devletinin yönetim biçimi ne olacak, Hegel Diyalektiği konusunda neler söyleyeceksiniz, merak ediyorum. Yoksa komünizm geri mi geliyor?” diye sordum.


VATANDAŞ DEVLETİ TANRI GİBİ GÖRMELİ VE KENDİNİ FEDA EDEBİLMELİ


Rockefeller cevap veriyor; “Komünizmin kurucuları Marx ve Engel, Haham, Moritz Moses Hess’in öğrencileriydiler ve Hegel’e fikir babalığı yapmışlardır. Hegel diyalektiği kısaca tez ile anti-tezden bir sentez oluşacağını söyler. Bu sentez daha sonra yine tez olur ve karşısına yine bir anti-tez çıkarak yeni bir sentez oluştururlar. Bu böylece devam eder. Hegel’in diyalektiğine göre iki zıt gücü kontrol eden, yeni dünyanın da efendisi olur. Hegel’in politik sisteminde devlet aynı zamanda Tanrı’dır; köle olarak görülen vatandaşın tek görevi bu devlete hizmet etmesidir ve bu hizmeti Tanrı’ya tapmak olarak algılamasıdır. Vatandaş kendini ülkesi için feda etmeye her an hazır olmalıdır. İkiz Kuleler saldırısında ölen onbinlerce Amerikalı buna güzel bir örnektir.


SEÇİMLER, TAMAMEN BİR ALDATMACA... AMAÇ; YENİ DÜNYA DÜZENİ


Seçimler tamamen bir aldatmaca olup, vatandaşın düşüncesine bir değer veriliyormuş gibi gösterilmektedir. Seçimlerde aday bol bol vaatlerde bulunarak seçmenin gururunu okşar ve seçmene sorunlarının farkında olduğu izlenimi verir. Seçmen için ise birisinin sorunlarını bilmesi yeterlidir, vaatlerin yerine getirilmesi onun için ikinci planda kalır. Hiçbir zaman da seçim öncesinde verilen sözler tutulmaz ve bir süre sonra da tamamen unutulur, gelecek seçimlere kadar. Seçimden sonra devlet yine Tanrı rolünü oynamaya devam edecektir. Zamanımızda, Amerika Birleşik Devletleri’nin kapitalizmi tez, Rusya’nın komünizmi anti-tez olmuştur ve sentezi dünya “Küreselleşme” olarak sunduğumuz “Yeni Dünya Düzeni” olacaktır. Bu yeni rejime faşizm diyebiliriz; çünkü otoriter bir devlet yönetimi, bizim anlayışımıza göre, dünyayı yönetebilmek için en ideal rejimdir. Böylece kişilerin yaşamı polis denetimiyle mutlak kontrol altına alınacak, varlıklarına devlet her an el koyabilecek, toplumlar bizim istediğimiz şekilde yönlendirilecek. Bu yeni düzende fakir yaşlı ve hastalara yer yoktur ve onların hemen yok edilmeleri gerekmektedir.


KAPİTALİZM-KOMÜNİZM-SOSYALİZM... FARK ETMEZ, HEPSİ BİZİM ESERİMİZ


İkinci sorunuza gelirsek, yukarıda bahsettiğim gibi bir ülkenin Komünizm, Kapitalizm veya Sosyalizm’i benimsemesi hiç fark etmez. Hepsi sonuçta bizim eserimiz olan aynı şeyler. Başta akıllı ve zengin, yönetici bir avuç insan, geride hiçbir değeri olmayan ve istenildiği gibi yönlendirilen bir köle sürüsü. Fransız İhtilali neden yapıldı sanıyorsunuz, Fransız halkı çok fakirdi de açlıktan mı ölüyordu, ya da burjuvazi gerçekten çok mu zengindi? Hayır, hayır, sınıf farkı tarih boyunca hep olmuştur, bugün de böyledir. Asıl sebep Masonluğun en büyük kahramanlarından Jacques De Molay ve diğer Tapınak Şövalyeleri’nin, 1314 yılında o devrin Fransa kralı IV. Philip tarafından Tapınakçıların hazinesini kendisine vermediği için yakılarak öldürülmeleridir. Bu ihtilalin Masonlar tarafından kışkırtıldığını biliyorsunuz. Devrim sonunda XVI. Louis giyotinle idam edildiği zaman, bir devrimcinin; “Molay, intikamın alındı.” Diye haykırdığı bilinen bir gerçektir.


Rus Devrimi başta bir sebepten dolayı yapılmıştır. O zaman ki Illuminati yöneticileri, Hegel Diyalektiği gereği Amerika Birleşik Devletleri’nde oluşan kapitalist sisteme bir karşı sistem oluşturarak dünya yönetimini ellerine geçirmenin planlarını yapıyorlardı. Çünkü istediğiniz gibi yönlendirebilmek için bir şekilde insanları avuçlarınızın içinde devamlı baskı altında tutmanız ve korkutmanız gerekir. Rotschild ailesinin özel desteğiyle Rusya’da devrim gerçekleştirildi ve Komünizm ilan edildi. Amerikan Kapitalist sistemine karşı, Rusların Komünizm sistemi. Burada Hegel Diyalektik yönetimi gereği, Marksist yönetim antitez olarak yani Kapitalist yönetimin karşısına çıkarılıyordu. Bu iki zıt gücün sentezinden, Amerikan Bir Doları’nın arka yüzündeki piramitin altında yazdığı gibi, Yeni Dünya Düzeni ortaya çıkıyordu.


MEDYA VE SİNEMA ENDÜSTRİSİNİN ROLÜ ÇOK ÖNEMLİ


Böylece dünya ülkelerinin Komünist rejime dahil olmayan yarısı, Komünizm tehlikesine karşı devamlı korkutuldu. Bu sistem içindeki insanlar sahip oldukları mal ve mevkilerin Komünizm gelirse ellerinden gideceği korkusu içinde, devlet yönetimine sonsuz destek verdiler. Öte yandan eski Sovyetler Birliği ve Komünist sistemde yaşayan diğer insanlara ise Kapitalizmin ne kadar öcü olduğu anlatılıyordu. Onlar da yaşadıkları yaşam şartlarının en iyisi olduğuna inandırılmış, bunun da Komünist sistem sayesinde olduğunu düşünüyorlardı. Böylece insanlar devamlı baskı altında tutuluyor ve istediğimiz gibi yönlendirilebiliyorlardı. Tabii burada medyaya ve sinema endüstrisine büyük görevler düşmüştür.


NÜKLEER SAVAŞ TEHDİDİ EN BÜYÜK BLÖFTÜ


Nükleer savaş tehdidi en büyük blöf olarak tarihe geçmiştir. Ama doğal olarak insanları öyle ya da böyle bir şekilde ömür boyu aldatmak imkansızdır. Bu yüzden Komünist rejimin sonunun gelmesine karar verdik, daha da önemlisi komünist ülkelerin serbest piyasa ekonomisine geçip Kapitalizme yönelmeleri gerektiği için sizin de bildiğiniz gibi birkaç günde durup dururken ve hiç kan dökülmeden o çok korkulan Sovyetler Birliği dağılıverdi; meşhur Berlin duvarı yıkıldı ve öcü komünizm balonu söndürüldü.


GEREKTİĞİNDE ÇEŞİTLİ ÜLKELERDE PROVOKASYONLAR ÇIKARDIK


Rotschild ben hayretten faltaşı gibi açılan gözlerimize bakarak sözü devraldı.


Rotschild: Bu arada, dünyanın çeşitli ülkelerinde karışıklıklar çıkarılıyor, ülkeler provokasyonlar sonucu bir hiç yüzünden kanlı savaşlara giriyorlardı. Doğal olarak bütün paralarını bizlerden silah almak için harcıyorlar, daha sonra savaşta kaybedilen silahlarını yerine koymak ve savaşta harap olan şehirlerini yeniden inşa edebilmek için yine bizlerden borç alarak ömür boyu bize bağlı bir duruma düşüyorlardı. Eğer, bir ülke yöneticisi bizimle işbirliği yapmayı kabul etmezse, o ülkede hemen bir darbe ya da ayaklanma çıkarılıyor, daha önceden ayarlanmış ve istediklerimizi harfiyen yapacak bir kişi yönetime getiriliyordu.


TÜRKİYE'YE ADNAN MENDERES ZAMANINDA "MARSHALL YARDIMI" İLE EL ATTIK


Mesela Türkiye’yi ele alalım. Türkler de yıllar boyu komünizme karşı savaşmıştır. 1950’lerde ülke yönetimine bize desteğimizle Adnan Menderes gelmişti. Aslında Menderes bizimle başta gayet güzel bir diyalog kurmuştu. Bizden seçimde aldığı destek karşılığında, Marshall yardımı adı altında devamlı borç alıyor ve ülkesinde yatırımlar yaparak sanayi yapısını geliştiriyordu. Fakat o kadar plansız ve programsız harcama yapıyordu ki ödeme günleri geldiğinde, bizden, borç ödemek için tekrar tekrar borç istemeye başladı. Biz de kendisinden ülkesini yabancı sermayeye açmasını ve bizim şirketlerimize özel imtiyazlar tanımasını, diğer bir deyişle Osmanlı İmparatorluğu’na dayatılan kapitülasyonlar benzeri şeyler talep ettik Menderes bize bunu hiçbir zaman kabul etmeyeceğini söyledi ve bizden uzaklaşamaya başladı. Ülke insanı ilk defa asfalt yollarla tanışıyor, fabrikalar arka arkaya dikiliyordu. Ülkenin çoğunluğu Müslüman olduğu için ülkenin her yerine camiler yaptırıyordu. Menderes bu şartlarda iktidarda ki yerini uzunca bir süre için, sağlamlaştırdığını sanıyordu. Bir darbe ile bu işe bir son verildi ve sonunun öyle bitmesini istemediğimiz halde, çalışma arkadaşlarıyla beraber idam edildi. Sadece Celal Bayar kurtuldu, çünkü bir Masondu ve yakın arkadaşı Papa Roncalli ya da diğer adıyla 23. John, Vatikan’ın baskısıyla onu idamdan kurtardı.


1980 DARBESİ BİZİM İSTEKLERİMİZ DOĞRULTUSUNDA YAPILDI


Aynı ülkede gerçekleşen 1980 darbesi de bizim isteklerimiz doğrultusunda yapıldı. O zamanlar ülkede bir solcular, bir sağcılar iktidara geliyor ve bizim isteklerimiz doğrultusunda ülke ekonomisini yönlendiriyorlardı. Fakat Amerika ve Avrupa’da gelişmiş ülkelerin piyasaları doyuma ulaşmışlar ve biz yeteri kadar mal satamaz olmuştuk. Bunun üzerine diğer az gelişmiş ülkelere uyguladığımız planı onları da uygulamak istedik ve serbest piyasa ekonomisine geçmelerini ve ithalatın serbest bırakılmasını talep ettik. Bu istediğimizi kabul etmiş görünüyorlar, fakat işi uzatıyorlardı.


BİNLERCE TÜRK GENCİ UYDURMA İDEOJİLER UĞRUNA CAN VERDİ


En sonunda bu ikilem yine bildiğimiz yollarla, Ordo Ab Chaos ile çözüldü. Yani önce kaos, sonra düzen. Provokatörlerimiz aracılığıyla sağ ve sol ideoloji kavgaları başlatıldı. Aslında başında onay vermiş gibi göründüğümüz Kıbrıs Savaşı’ndan sonra ülkeye uygulanan ambargo sayesinde halk canından bezmiş, ülkede yağ ve tuz bile bulunamaz olmuştu. Karaborsacılar zenginleşirken halk iyice sefalete düşmüştü. Ülkeye gönderilen provokatörlerimiz için bu halkı kışkırtmak hiç zor olmadı. Ülke halkı sağcı ve solcu olarak iyiye bölündü ve çatışmaya başladılar. Olaylar öyle bir dereceye geldi ki, hergün elli-altmış kişi sokak çatışmalarında ölmeye başlamıştı. Bütün ülke terör korkusu altında eziliyordu. İnsanlar akşamları sokağa çıkamaz olmuştu. Her an bir serseri kurşuna hedef olmak vardı. Binlerce Türk genci uydurma ideolojiler uğruna can vermişti. Hükümetler birbiri arkasına iktidara geliyor fakat olayları önleyemiyorlardı. Sonra darbe geldi ve bütün olaylar bıçak gibi kesiliverdi. Zavallı ülke halkı bu sözde başarıyı darbenin bir neticesi olarak gördüler. Çünkü nihayet terörizm sona ermiş, ülkeye huzur gelmişti. Aslında provokatörlerin görevi bitmiş, sahneden çekilmişlerdi. Burada oynanan oyun, halkı umutsuz ve çaresiz bir duruma düşürmek ve onlara bir “kurtarıcı” sunmaktır; ondan sonra bu kurtarıcı ne yaparsan yapsın hemen kabullenecektir.


ÖZAL, İSTEKLERİMİZ DOĞRULTUSUNDA KAPILARI SONUNA KADAR AÇTI


Askeri hükümet bir süre devlet yöneticiliği yaptı ve bizim belirlediğimiz bir kişiye yönetimi devretti. Bu Turgut Özal’dı. Özal, tam da bizim isteklerimiz doğrultusunda ülkenin kapılarını bize sonuna kadar açtı. Bizim şirketlerimiz bu bakir piyasaya kurtlar gibi saldırdılar. İlk önceleri fiyatları çok düşük tutarak yerli sanayinin rekabet gücünü düşürdüler. Ülke artık Amerikan ve Avrupa yapımı mallarla dolmuştu. Sanayi şirketlerimiz stoklarını eritirken finans şirketlerimiz de ülkeyi artan ithalatı karşılayabilmeleri için yüksek faizlerle borç yatağına sürüklüyorlardı. Böylece, gelişmekte olan ülkeler olarak adlandırdığımız bu ülkelerin hemen hemen hepsinde uygulanan ve 80’li yıllarda başlatılan bu proje ile, bütün ülkeler, hem bizlerden aldıkları mallarla sanayi şirketlerimizi zenginleştirmeye devam ediyorlar, hem de bu malların karşılığı olan ödemelerini yapabilmek için bizim finans şirketlerimizden aldıkları yüksek faizli kredilerle, her sene artan bir borç batağına sürükleniyorlar.


TÜRKİYE'DE PARA İTİBAR GÖRDÜ, ARKADAŞ, DOST, AİLE GİBİ KAVRAMLAR UNUTULDU


Bu arada, Özal bütün bunların yapılabilmesi için gereken kanunları yavaş yavaş çıkarmıştı. Bu ülke vahşi kapitalist sistemle o kadar çabuk uyum sağladı ki, bizim bile düşünemediğimiz hayali ihracat gibi vurgun yöntemleri keşfettiler. İnsanlar artık en kısa ve en kolay yönden servet yapmanın peşine düştüler. Rüşvet, devlet bankalarının çeşitli entrikalarla soyulmaları, banker skandalları birkaç örnek. Arkadaş, dost, aile gibi kavramlar unutuldu ve sadece parası olanlar itibar görmeye başladı. Bu arada, yerli sanayi can çekişiyor, küçük işletmelerden başlayarak yavaş yavaş büyük işletmelere doğru bir iflas dalgası yayılıyordu. Devlet işletmeleri ise bizim istediğimiz yöneticilerin atanmaları sağlanarak zarar ettiriliyordu. Sonunda bu işletmeler ya kapatılıyor, ya da özelleştirme hikayesiyle, ucuz fiyatlarla şirketlerimiz tarafından ele geçiriliyordu.


"KÜRT DEVLETİ PROJESİNİ" HAYATA GEÇİRMEK İÇİN ÖNCE ÖRGÜT YARATTIK


Beyni yıkandığı için temiz hayallerle işe başlayan Özal, sonunda bu sistemin gerçeklerini görerek kendisini de kapitalizmin çarklarına kaptırdı. Ailesini ve yakın çevresini zengin etmeye başladı. Öyle bir duruma geldiler ki Özal’ın çevresinde prens ve prensesler ortaya çıkmaya başlamış, biz ülke monarşizme dönüyor diyerek kaygılanmaya başlamıştık. Aslında tam bir komedi oynanıyormuş. Her neyse, ülke insanının tepkisini ölçmek için kendisinden Kürt devleti fikirlerinden bahsetmesini istedik. Fakat bu düşünceler kendisine pahalıya maloldu. Biz de Kürt devleti projemizi hayata geçirmek için *** denilen bir örgüt yaratıldı. Bu örgütle uğraşmak ülke ekonomisine çok büyük zarar verdi ve şu anda koskoca Osmanlı İmparatorluğu'ndan geriye kalan bir avuç toprakta varlığını sürdüren Türkiye, bizim hiçbir istediğimiz geri çevirecek durumda değil. Sanırım yakın gelecekte topraklarından biraz daha, bir süre sonra da bizim için hala geçerli olan Sevr Antlaşması uyarınca hemen hemen tamamından fedakarlık etmek zorunda kalacak.


TÜRKİYE BİZİM İÇİN ÇOK ÖNEMLİ... SU KAYNAKLARININ ÖNEMLİ BİR KISMI BURADA


Rockefeller de sözü devralarak başlıyor;


Türkiye hakkında biraz daha durmak istiyorum; çünkü dünyadaki en stratejik konumdaki ülkedir ve bizim için çok önemlidir. Nedenlerine gelince:


Bir kere Büyük İsrail Devleti topraklarının su kaynaklarının önemli bir kısmı şu anda Türkiye’ye aittir.


İkincisi, Müslüman ve demokratik bir ülke olarak bu konuda öncü bir ülkedir. İslamiyeti yıkmak istiyorsak önce Türkiye’den başlamalıyız.


Üçüncüsü, Avrupa ve Asya arasında bir köprü durumdadır. Maden, petrol, doğalgaz gibi zengin yer altı kaynaklarına sahip Ortadoğu ve Kafkasya’ya hakim olmak istiyorsak bu ülke elimizin içinde olmalıdır. Ortadoğu hemen hemen elimizde sayılır. Kafkasya ve Orta Asya’daki diğer Türk devletleri de yakında darbelerle kargaşaya boğulacaklar ve avucumuzun içine düşecekler. Bu Türkler aslında birleşip bir araya gelseler karşılarında hiçbir güç duramaz. Bu yüzden böyle bir olasılığa karşı, ajanlarımız her an tetikte bekliyorlar. Türk devletlerinde kilit mevkilerdeki adamlarımız, aralarında en ufak bir yakınlaşma sezdiklerinde hemen istikrarı bozacak olaylar ve darbelerle bunu önlüyorlar.


EN ÖNEMLİSİ, TÜRKLER MEDENİYETİN BEŞİĞİDİR VE KÖKENLERİ SÜMERLERE KADAR DAYANIR


Dördüncüsü, ülke bor madenleri bakımından dünyanın en zengin ülkesidir ve bu maden dünyada yakın bir gelecekte, petrolden bile daha önemli bir hale gelecek.


Beşincisi ve belki de en önemli olanı Türkler medeniyetin beşiğidir. Türkler, Milattan Önce 4.000’lerde Orta Asya’da yaşayan büyük bir felaketten sonra yaşadıkları yerleri terk edip, Mezopotamya’ya ve Rusya üzerinden Avrupa’ya gelen Aryanlar, yani dünyadaki en medeni olarak kabul ettiğimiz Ari Irk’tandırlar ve Avrupa’daki Finliler, Macarlar gibi bazı uluslar Türk kökenlidir. Ayrıca Anadolu’da büyük uygarlıklar kuran Hititler ve Asurlular’ın da Türk kökenli olma ihtimali yüksektir.


Milattan Önce 3.500 yıllarında Mezopotamya’da yaşamış olan Sümerler ilk yazıyı bulan, toplumda adaleti sağlamak için ilk yasaları çıkaran ve mahkemeleri kuran, ilk para kullanan ve vergi toplaya, ilk okul açan ve tekerleği bulan ulustur: yani dünya medeniyetinin başlangıç noktasıdır ve soyları tarihçilerimizin araştırmalarına göre Türk kökenli insanlardır. Çünkü Sümerler o bölgenin yerli halkı değildirler; yani göçebedirler ve tarihçilerimizin araştırmalarına göre “kız” manasına gelen “kır” kelimesi, “öküz” manasına gelen “ökür” kelimesi gibi bugüne kadar çözülebilen 1000 civarında Sümerce kelime ve “Ayağını yere sıkı bas, Tatlı söz yılanı deliğinden çıkarır, Sel gibi silip süpürmek, Yağ gibi erimek” gibi yüzlerce atasözü bugün Türkçe’de kullanılmaktadır. Sümerlerin Ay Tanrısı’nın simgesi olan “Yarımay”, bugün Türk bayrağında kullanılmaktadır. Roma ve Yunan medeniyetleri Sümerlerden oldukça fazla faydalanmışlardır; mesela yapılarındaki süslemeleri ve Tanrıları Sümer tapınaklarından gelir.


Fakat biz bunu örtbas etmek için, Milattan Önce 2.000 yıllarında, yani Sümerlerden 1.500 yıl sonra başlamış olmasına ve Yunan medeniyetini, dünyadaki ilk medeniyet olarak dünyaya tanıttık. Daha da ilginç olanı, Yunanlılardan önce Mısır Medeniyeti başlamıştır; ama onlar da ancak Sümerlerden 1000 sene sonra piramitlerini yapabilecek uygarlık düzeyine gelebilmişlerdir. Mayalar ve İknalar; Sümerlerden 2000 sene sonra ziguratlarını aynı biçimde yapmışlardır.


MEDENİYETİN BEŞİĞİ OLARAK TÜRKLERİ KABUL EDEMEZDİK, BU MİRASA EL KOYMALIYDIK


Medeniyetin beşiği olarak Türkleri kabul edemezdik; tam aksine binbir entrika ile bu kültür miraslarına el koyarak biz onları bütün dünyaya barbar, hak hukuk tanımayan bir toplum olarak tanıttık ve bunda da oldukça başarılı olduk. Sümer Kralları Urukagina ve Urnammu, çok tanrılı bir toplum kurarak, insanlar arasında adaleti sağlamak ve haksızlıkları önlemek için yasalar çıkararak, çağımız toplumlarına öncü olurlarken, bugün tek tanrılı bir toplum olan Türkiye’de bizim çalışmalarımız sonucu, fuhuş, rüşvet, hırsızlık, haksız kazanç ve gelir dağılımı aşırı düzeylerdir.


Aslında insanlar tarih kitaplarını açıp okusalar, bütün gerçeği görecekler ama insanoğlu için duyduğuna inanmak yeterlidir, okumak çok zor gelir.


Ben de o ana kadar en medeni ulus olarak İngilizleri görüyordum. Duydukları hiç hoşuma gitmeyince konuyu değiştirmek istedim.


OSMANLI'YI YIKMAK ZOR OLMADI


“Dünya ülkelerini nasıl ele geçirmeyi düşünüyorsunuz?” diye sordum. Rothschild kendimden emin bir tavırla konuşmayı sürdürdü.


Rothschild: Sana tarihten örnekler vererek gücümüzü göstermek istiyorum; Birinci Dünya Savaşı, Avrupa’da bize karşı olan imparatorlukları dağıtmak ve en önemlisi Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalayarak Ortadoğu’daki petrol yataklarını ele geçirmek ve İsrail devletinin yolunu açmak için çıkarılmıştı. İsrail devletinin kurucusu sayılan Theodor Herlz, o zamanki Osmanlı Padişahı II. Abdülhamit’e giderek, bizim ailemizin desteğiyle Filistin topraklarını satın almak istedi. Fakat padişah bize karşı çıktı. Bizim için Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkmak çok zor olmadı. Çünkü padişahlar genellikle Türk kadınları yerine, fethettikleri ülkelerden köle olarak getirdikleri başka din ve ırklara mensup kadınlarla evleniyorlardı. Tabii Hürem Sultan gibi bu kadınlar zamanla ülke yönetiminde söz sahibi oldular ve kendileri gibi yabancı kökenli adamlarıyla bizim istediğimiz gibi, ülkeyi yıkıma götüren bir şekilde yönetmeye başladılar. Padişahlar ise devlet yönetiminin emin ellerde olduğu düşüncesiyle zevk ve sefaya dalmışlardı. Bu da Osmanlı’nın çöküş devrini başlattı. Mason örgütleri tarafından kışkırtılan insanların çıkardıkları isyanlarla topraklar kaybedilmeye başlandı. Hazine plansız harcamalarla tüketildi. Savaş sonunda hedefimize ulaşmamıza az kalmıştı; ama Atatürk adında bir lider ortaya çıkarak planlarımızı bir süreliğine ertelememize neden oldu. Tabii ki sonuçta bizim finans ve silah sanayi şirketlerimiz servetlerini onlarca kez katladılar. I. Dünya Savaşı sonunda Monarşizm tez olarak, Demokrasi antitez olarak, Komünizm’i yani sentezi oluşturdu.


HİTLER, BİZİM TARAFIMIZDAN GETİRİLDİ, ÇÜNKÜ BURADAKİ YAHUDİLER İSRAİL DEVLETİNİ KURMAYA YARDIMCI OLMADILAR


İkinci Dünya Savaşı’nın asıl sebebi şu an olduğu gibi dünyada başlayan ekonomik krizlerdi; diğer bir önemli neden ise Diaspora’nın yani kutsal topraklar dışında yaşayan Yahudilerin, yeni İsrail devletini kurmaya yardımcı olmamaları ve bu ülkeye dönmeyi kabul etmemeleriydi. Hitler’in bulunduğu mevkiye gelmesi ve Alman ulusunu büyülemesi, yine bizim tarafımızdan aldığı mali yardımlar sayesinde olmuştur. Harriman, Guaranty tröstü gibi Amerikan finans devleri, Alman çelik kralı Thyssen’ın mali yardımları ve Thule Örgütü’nün desteğiyle Hitler, dünya savaşı başlatacak güce erişiyordu. Bu iş için Hitler seçilmişti; çünkü Yahudilerden nefret ediyordu. Sebebi ise, babaannesi o zamanlar zengin bir Yahudinin yanında hizmetçi olarak çalışıyordu ve babaannesi bu Yahudi patronu tarafından hamile bırakılmış, durumdan haberdar olan evin hanımı tarafından evden kovulmuştu. Babaanne kucağında bir bebek ile, yani Hitler’in babasıyla, başka bir iş bulamayınca koyu Katolik olan baba evine geri dönmüştü. Hitler zamanla bu gerçeği öğrenmiş, Yahudilere kin duymaya başlamıştı. İsrail topraklarına dönmemekte ısrar eden Yahudileri korkutmak amacıyla birkaç katliama izin verildi ve söylenenden çok daha az kişinin öldüğü bu katliamlar kullanılarak sözde milyonların yok edildiği Yahudi katliamı senaryoları üretildi. Şimdi aynı katliam senaryosu Ermeni Soykırımı adı altında Türklere uygulanmaktadır. Bu saçma soykırım masalı Türklere yüklenecek ve böylece Türkiye yüz milyarlarca dolar tazminat ödemek zorunda kalacak. Bu da Türk ekonomisi için büyük bir darbe olacaktır.


ATOM BOMBASI, YAHUDİLERİN YAŞADIĞI ALMANYA'YA ATILAMAZDI, BU NEDENLE JAPONYA KIŞKIRTILDI


Almanlar’dan nefret eden o zaman ki Siyonist başkanımız Einstein’ın Amerikan Başkanı Roosevelt’e bir öneri mektubu göndermesiyle atom bombası çalışmaları Manhattan Projesi altında başlatılmış ve kısa sürede sonuç alınmıştı. Ama bir sorun vardı, bu bomba çok güçlüydü ve deneme yapılabilmesi için Amerika’nın halkın desteğiyle savaşa girmesi gerekiyordu. Ayrıca Alman şehirlerinde çok sayıda Yahudi yaşıyordu; bu ülkeye atom bombası atılamazdı. Japonlar kışkırtıldı ve daha önceden haber alınmasına rağmen, halkın duygularıyla oynanarak desteğinin kazanabilmesi için yüzlerce Amerikan askerinin ölmesiyle sonuçlanan Pearl Harbor baskınına göz yumulmuş ve bu sorun da aşılmış oluyordu.


İSRAİL DEVLETİ, ROTSCHILD AİLESİ'NİN CÖMERT MALİ DESTEĞİ İLE KURULDU


Ve böylece Büyük İsrail İmparatorluğu’nun temelini oluşturan İsrail Devleti 1948 yılında Rotschild Ailesi’nin cömert mali desteğiyle kuruldu. Ordo Ab Chaos yine işe yaramıştı. Bu arada savaşta iflas eden ülkelerin ekonomilerinin düzeltilmeleri için Harriman, Rockefeller, Vanderblit ve Rothschild finans kurumlarından aldıkları borç paralar devreye giriyordu.


SOVYETLER BİRLİĞİ'NE YETERİ KADAR ÜLKE TAHSİS EDİLMİŞ, MALİ DESTEK VERİLMİŞTİ


Sovyetler Birliği, Hegel Diyalektiği gereği bir karşıt güç yaratılması gerektiği için, Amerikan International Barnsdall Corporation şirketinin verdiği ekipman ve yine Amerikan W.A Harriman Company ve Guaranty Tröstü tarafından verilen mali desteklerle petrol kuyuları ve maden yatakları açarak, ekonomisini geliştirdi. Bu arada dünya ülkeleri komünizm ve kapitalizm arasında seçimlerini yapmaya başlamışlar; Sovyetler Birliği’ne kapitalizmi savunan bizlere karşı eşit bir güç oluşturması ve bu oyunun sürdürülebilmesi için yeteri kadar ülke tahsis edilmişti.


ÇİN, HENÜZ KONTROL EDEMEDİĞİMİZ BİR ÜLKE AMA ABD EKONOMİSİNE KATKISI BÜYÜK


Çin ise Amerikan Bechtel Corporation’ın verdiği teknoloji ve beyin gücüyle süper bir güç haline geldi. Bu ülke henüz kontrol edemediğimiz, dünyadaki tek ülke. Fakat Amerikan ekonomisine büyük katkıda bulunuyorlar; çünkü iş gücü çok ucuz, ayda 30 dolara çalışacak işçi bulmak bizim ülkelerimizde patronların en tatlı rüyası olurdu.


VİETNAM, KORE, KAMBOÇYA, TAYLAND, ENDONEZYA, AFGANİSTAN, İRAN-IRAK, YUGOSLAVYA SAVAŞ ENDÜSTRİSİ'NİN DENEME VE GELİŞMESİNE YARADI


Size dünyadan kısa örnekler vererek konuşmamıza devam edeceğim; Vietnam savaşında, Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği silah endüstrileri, yeni imal ettiği silahları deneme fırsatı bulmuştu ve silah sanayisini canlandırmak için devlet, eskileri kullanarak elden çıkarmıştı. ‘Agent Orange’ adlı kimyasal silah ile bu zehirin bitkiler üzerinde ölümcül etkileri görülmüş oldu. Bir ülke ekonomisi batağa sürüklendi.


Kore savaşı ile bu ülke iyiye bölündü ve kalkınma hayalleri suya düştü. Böylece ülke ekonomisi tahrip edildi. Ayrıca bu ülkede mikrop bombaları ve dioksin gibi çeşitli zehirler ile biyolojik savaş denemeleri yapıldı.


Kamboçya’da Amerika ile ticaret yapmayı reddeden lider Sihanuk 1970 yılında bir darbe ile devrildi ve yerlerine ülkeyi kaosa sürükleyen Pol Pot ve Kızıl Kmerler geçirildi.


Tayland’da yine ülke yönetimi devrilerek yerine diktatörlük rejimi kuruldu. Ülke ekonomisi yıllarca bize çalıştı.


Endonezya devlet başkanı Suharto 1957-58 yıllarında Amerika Birleşik Devletleri’nin verdiği silahlarla Doğu Timor’u işgal etti ve yıllarca sürecek bir kaos yarattı, binlerce insan öldü.


Afganistan savaşı Ruslara silah sanayisini geliştirmek için büyük fırsatlar sunmuştur. Biz de yeni üretilen silahların etkilerini deneyebilmek için büyük bir fırsat yakalamıştık. Ayrıca ülke çok zengin yer altı kaynaklarına sahiptir. Afganistan yönetimi şu anda tamamen bizim kontrolümüz altındadır.


İran-Irak savaşı Saddam’a büyük vaatler yapılarak başlatıldı. İlk iş olarak birbirlerinin petrol kuyularını ve tesislerini bombaladılar. Tabii sonunda petrol zengini bu iki bizlerden daha fazla silah satın alıp savaşı kazanabilmek için ülke ekonomilerini iflas ettirecek düzeye getirdiler. Sonuçta bütün şehirleri ve petrol tesisleri yine bizler tarafından yeniden kurulacaktı. Bu de yine bizlerden daha fazla borç almakla mümkün oluyordu.


Saddam dolduruşa getirilerek başlatılan 1990 yılındaki Körfez savaşı, ile ırak ekonomisi bir kez daha çökertildi; Kuveyt’i tekrar inşa etmek için milyarlarca dolarlık iş bağlantıları yapıldı; Amerikan askerleri bölgeye ilelebet yerleşti. Bu savaşta test amacıyla tüketilmiş uranyum bombaları kullanıldı. Bu bombalar, etkisi yıllarca sürecek radyoaktif maddeler yayarak bölgedeki yüz binlerce insanın, tabii bu arada bizim askerlerimizin de ölmesine yol açtı, hala da insanları öldürmeye devam ediyorlar.


1990 Yugoslav savaşında salkım bombaları kullanıldı. Bu teknoloji harikası bombalar yere yaklaştıklarında yüzlerce küçük bombalara ayrışıyorlar ve yere düştüklerinde hala patlamamış olanlar her zaman aktif birer bomba olarak kurbanlarını bekliyorlar.


Rotthschild konuşmasına “Bu ülkelerin şimdi tamamen bizim kontrolümüz altında olduğunu sanırım söylememe gerek yok” diyerek ara verdi. Onun kaldığı yerden Rockefeller devam etti.


ZAİRE, ÇAD, YEMEN, GUATEMALA, ŞİLİ, BREZİLYA, DOMİNİK, SOMALİ, PANAMA, EL SALVADOR, BOLİVYA, EKVATOR, PERU, URUGUAY, ANGOLA'DAKİ SAVAŞLAR VE DARBELER BİZİM PLANLARIMIZDI


Zaire devletinin başına CIA destekli bir darbe ile 1965 yılında geçen Mobutu, George Bush’un deyimiyle Afrika’daki en iyi adamımız oldu.


Çad Hükümeti 1982 yılında bir darbe ile devrildi ve yerine diktatör Hissen Harbe geçirildi. Bu geçiş sırasında on binlerce insan öldü.


Yemen 1990 yılına kadar iki ayrı devlet halinde uzun yıllar birbirleriyle savaştılar. Bizim şirketlerimiz zenginleşmeye devam ettiler.


Guatemala’da hükümet, komünist rejim tehlikesi bahane edilerek CIA yardımıyla 1953 yılında devrildi ve bugüne kadar bizim tayin ettiğimiz askeri hükümetlerle ülke sonsuz bir kargaşa içinde yönetilmektedir.


Şili’de General Pinochet, 1973 yılında iktidarı ele geçirerek, yıllarca bizim isteklerimiz doğrultusunda ülkeyi yönetti. Amerika Birleşik Devletleri’ne aktardığı milyarlarca dolarla ülke ekonomisi bataklığa sürüklendi. Ülke insanları sefalet içinde yüzerken, bizler daha zengin olduk.


Brezilya da komünizmden kurtarılan bir diğer ülkeydi. Ülke yönetimi 1964 yılında bir darbe ile devrildi, ülke Amerika Birleşik Devletleri’nin Güney Amerika’daki en güvenilir müttefiklerinden biri oldu.


Dominik Cumhuriyeti, aynı şekilde 1963 yılında bir darbe ile bizim istediğimiz yöneticilere kavuştu. Ülkenin serveti bizlere aktı.


1990’lı yıllarda Kolombiya’da uyuşturucu ile mücadele etmek maskesi altında ülke yönetimi ele geçirildi. CIA bu ülkeden gelen uyuşturucu parasıyla dünyanın çeşitli ülkelerindeki operasyonlarını finanse ediyor.


Fiji, Grenada, Panama, Somali, El Salvador işgal edildi. Sarin, hardal gazı gibi sinir gazları halk üzerinde denendi. Yüz binlerce insan öldü ve hala ölmeye devam ediyor.


Bolivya, Gana, Ekvator, Haiti, Filipinler, Peru, Uruguay, Angola, Seyşel adaları gibi üçüncü dünya ülkelerinde yapılan darbeler ve karışıklıklar hep bizim planlarımızın bir parçasıydı.


BÜTÜN ÜLKE YÖNETİMLERİNİ KONTROL ALTINDA TUTUYORUZ,


AKSİ HALDE TERÖR OLAYLARINI DEVREYE SOKUYORUZ


Avrupa ülkelerinde kurulan İtalya Gladio’su benzeri istihbarat örgütleri sayesinde, bütün ülke yönetimlerini kontrol altında tutmaktayız.


İstanbul’daki sinagoglara yapılan saldırılar ve Madrid’deki tren bombalama olayları, bu ülkelere bizim isteklerimizi görmezden geldiklerini hatırlatmak için yaptırıldı.


New York İkiz Kuleler, Pentagon saldırıları, Kenya ve Suudi Arabistan’daki bombalama olayları ise tamamen bizim planlarımız doğrultusunda icra edildiler.


Ben “dünyada el atmadıkları başka ülke kaldı mı acaba” diye düşünüyordum. Rockefeller böyle beni şaşkınlığa uğratmanın zevkiyle içkisini bir yudumda bitirerek sözlerini tamamladı;


DÜNYADA HİÇBİR YERDE MAFYA VE KAÇAKÇILIK OLAYLARI BİZİM İZNİMİZ OLMADAN YAPILAMAZ


“Bu arada, bütün organizasyonların çok yüksek olan maliyetleri konusu var. Onların kaynağı ise vergiden muaf olan vakıflarımızın topladığı bağışlardan ve mafya ile olan bağlantılarımız sayesinde finanse diliyor. Dünyanın hiçbir ülkesine mafya veya kaçakçılık faaliyetleri, o devletin haberi ve izni olmadan yapılamaz. Yapılması için, üst kademelerde işbirlikçilerin olması gerekir. Bu işbirlikçiler gözünü para hırsı bürümüş insanlar seçilir ve bir kere bu işlere bulaşıldı mı, bir daha çıkış yoktur. Dünyanın her yerinde tamamen bizim kontrolümüz altında çalışan mafya, özellikle uyuşturucu ve silah kaçakçılığı ile ilgilenir, çünkü en tatlı para bu alanlardadır. Bu paradan biz en büyük payı alırız ve bu parayla birlikte masum görünüşlü vakıflarımızın desteğiyle bütün bu faaliyetlerimiz finanse edilir ve buna işbirlikçilere dağıtılan para ve rüşvetler dahildir.


NEDEN KUZEY AMERİKA VE BATI AVRUPA VARLIKLI BİR YAŞAM SÜRER


DÜNYADAKİ 5 MİLYAR İNSAN, BİZİM 1 MİLYAR İNSANIMIZ İÇİN ÇALIŞIR


Bu örnekler inanın bana sadece buzdağının dışarıdan görünen başı. Gördüğünüz gibi dünyanın her noktası kontrolümüz altında. Hegel Diyalektiği’nin amacımız doğrultusunda ne kadar çok işe yaradığını görüyorsunuz. Hiç düşündünüz mü, Kuzey Amerika ve Batı Avrupa ülkeleri vatandaşlarına rahat ve varlıklı yaşam olanakları sunarken, dünyanın diğer ülkelerinde neden sefalet ve bitmeyen bir kargaşa var? Çünkü bizim ırkımız seçilmiş ırktır, diğerleri sadece köledirler. Eğer yaşamak istiyorlarsa ömür boyu bize bu şekilde hizmet etmek zorundadırlar. Dünyadaki 5 milyar insanı bizim toplumlarımızdaki 1 milyar insan için çalışıyorlar. Bütün zenginlikleri bizim şirketlerimize ve dolayısıyla bizim ülkelerimize atkılıyor. Biz gelişmiş ülkeler, her geçen gün daha da zenginleşirken, üçüncü dünya ülkeleri, ekonomileri çökertilmiş, halkı uydurma savaşlar ve olaylarla sefalete sürüklenmiş çaresiz bir halde; refah içinde yaşayan işbirlikçi yöneticileri ve zengin tabakları bizim emirlerimizi bekliyorlar.


Bizimle işbirliği yapanlar, çok yakında yeni dünya hükümetinde kendi bölgelerini bizim idaremiz altında yönetecekler. Üçüncü sınıf ülkelerin halkları eğitim düzeylerine göre işçi olarak çalışacaklar, bizim gibi gelişmiş halklar da bunların üstünde bir hiyerarşi içinde yönetici olarak görev yapacaklar. Bu sınıfa giren ülke insanları için cumartesi günleri dışında bütün bayram ve tatil günleri kaldırılacak ve ancak karınlarını doyurabilecekleri bir maaş karşılığında, bütün yıl boyunca haftanın altı günü çalışacaklar. Bizim insanlarımız günün çok az bir kısmını çalışmaya ayıracak ve günün geri kalan kısmını zevk ve eğlenceyle geçirecekler.


İlk önce bütün bu anlatılanları çok büyük hayaller olarak görmüştüm; ama diğer ülkelerin durumu aklıma gelince gerçekleşme olasılıklarının olduğunu hesapladım. Gerçekten de çok az televizyon seyretmeme rağmen savaş ve ayaklanma haberleri gözüme çarpıyor, açlıktan ve sefaletten sürünen insanları seyrettiğimi hatırlıyorum. Ama ben medya adamıydım ve bütün bunların sebeplerini araştıracak zamanım yoktu....

NOT: ALINTIDIR 

BENİM YORUMUM:



Tam olarak "Mükemmel" bir bilgilendirme yazısı diyemeceğim. Fakat ülkemizdek bir çok araştırmacı ve okumuş insanı etkileyecek aynı zamanda da ilgisini çekip, kafasını kurcalayıp, gerçekleri net bir şekilde görebileceği ender yazılardan bir tanesi; hem benim için hem madalyonun arkasını okuma yetisine sahip kimseler için çok güzel kaleme alınmış. Bir kaç eksik yada belkide detaya girmeden yazıldığı için olsa gerek ama bana göre kaynak olarak hiç olmazsa tam boyutuyla ne kadar gerçek olduğunu anlamaları için "Yahudi Protokollarını ve Talmud'u" okumalarını tavsiye edilebilirdi. Yinede ana hatlarıyla eksiği var fazlası yok diyebilirim. Ellerinize sağlık.

BİLELİM, BİLDİRELİM, BİLGİLENDİRELİM!!!
Saygılarımla,
Yazan: Toles
Her Hakkım Mahfuzdur.

9 Ağustos 2011 Salı

İP'li Senem bakın kimin avukatı çıktı?





1. İP'li Senem bakın kimin avukatı çıktı?


Levent Ersöz'den sonra tutuklu sanık İşçi Partisi Genel Sekreteri Nusret Senem'in de bir Rus silah firmasıyla ilişkili olduğu ortaya çıktı.

Ergenekon terör örgütü davasında emekli Tuğgeneral Levent Ersöz'den sonra tutuklu sanık İşçi Partisi Genel Sekreteri Nusret Senem'in de bir Rus silah firmasıyla ilişkili olduğu ortaya çıktı.
Davanın dün görülen 55. duruşmasında Nusret Senem, Rus silah firması Serko'nun avukatlığını yaptığını açıkladı. Senem, çapraz sorgusunda avukatlık bürosunda ele geçirilen ajandasında yer alan 'Karargahta bazı subaylarla bir araya gelindi' şeklindeki el yazısı notlarının sorulması üzerine şu cevabı verdi: "Bu konu davayla ilgili değil. Benim özel bir davamla ilgilidir. Ben Rus silah firması Serko'nun avukatlığını yapıyorum. Bu firmanın Milli Savunma Bakanlığı ile yapmış olduğu görüşmelerle ilgili notlardır. Rusya'dan alınan silahlarla ilgili notlardır. Karargah denilen yer Milli Savunma Bakanlığı'dır. Bu amaçla görüşmeye gittik. Savcı Mehmet Ali Pekgüzel'in, 'İP Genel Merkezi'nde yüksek yargı mensuplarının ve Adalet Bakanlığı bürokratlarının fişlenmesine ilişkin CD'ler ele geçirildiği' yönündeki sorusuna, "Arama tutanağında olmayan 4 CD üzerinden yargılama yapılıyor. Arama tutanağında olmayan şeyi dosyaya koyuyorlar.'' cevabını verdi. CD'lerin arama tutanağında bulunduğunu belirten Savcı Pekgüzel ise tutanakta 50 kişinin imzasının yer aldığını ifade etti. Senem, çapraz sorgusunda kendisine yöneltilen Yargıtay'a ait kroki ve eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral Yaşar Büyükanıt'a ait gezi planının yer aldığı CD'leri yine reddetti. Aynı davanın tutuklu sanıklarından İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek de, "Bin 47 CD çıkmış, onları kabul ediyorum. Ancak bahsedilen o 4 CD partiden çıkmamıştır. Arama tutanaklarında yoktur." ifadelerini kullandı.

Kaynak

NOT: Alıntıdır.
 
Yazan: Toles
Her Hakkım Mahfuzdur.

12 EYLÜL KATLİAMLARINI DOSYASI AÇILSIN

Öncelikle siz sayın okurlarıma şunu belirtöeliyim bu yazı dizisini okumadan önce Av. Nusret Senem  Kimdir? yazımı okumanızı ve daha iyi bir fikir edinmeniz dilerim.
Bilelim, Bildirelim, Bilgilendirelim!
Saygılarım.

Yazan:Toles
Her Hakkım Mahfuzdur.

Alıntıdır:
http://www.psakd.org/maras_katliami_yazi_dizisi1.html


1-2-3-4-5 yazı dizisi

Yazı Dizisi: Maraş Katliamı Dosyası Tanıklar 28 . yılında katliamı anlatıyor

KATLİAM DOSYASI AÇILSIN: Belgelerle 'Onların çocukları' (1)

İNCİ HEKİMOĞLU

Maraş katliamından bu yana geçen 28 yıl içinde, o gün "gizli" kaydıyla halktan kaçırılan bilgi ve belgeler günışığına çıkmaya, mağdurların, tanıkların ve emniyet görevlilerin ifadeleriyle olayın bütün aktörleri belirlenmeye başladı. ABD'nin "bizim çocuklar" dediği aktörlerin gerçekleştirdiği katliam, tüyler ürperten ayrıntıları içeriyor

İnsanlık tarihi, iktidarların hedefleri ve çıkarları için kendi yurttaşlarını katletmelerinin trajik örnekleriyle doludur.

Hatta iktidarlar, hedeflerine ulaşmaya engel olabilecek güçte bir halk muhalefetiyle karşı karşıya olduklarını düşünüyorlarsa, resmi, gayri resmi ya da sivil tetikçilerle gerçekleştirdikleri katliamların başarısı için "dış mihrak"larla da işbirliği yapmaktan çekinmezler.

Bu noktada hatırlamakta yarar var; 1Mayıs 1977 kıyımında, halkın üzerine en yoğun ateş açılan merkezlerden biri olan intercontinental Oteli, bir grup Amerikalı subayı konuk etmiş, katliam sonrası ise konuklar, tanıkların gözü önünde ellerini kollarını sallayarak memleketlerine dönmüşlerdi.

12 Eylül darbesinin önemli kilometre taşlarından biri olan 1Mayıs 1977'den bir yıl sonra Maraş'ta yaşananlar ise; 1 Mayıs kıyımını adeta "küçük" bir provaya dönüştüren darbenin son kilometre taşı, "olgunlaşan koşullar"ın zirvesi, "dış mihraklar"la güç birliği yapan, "vatansever", "milliyetçi" darbecilerin en önemli "başarı"sıydı. Bu kez mezhep ayrımcılığını provoke ederek, aylar öncesinden hazırladıkları stratejiyi uygulamaya koymuşlar, ABD'nin bugün netleşen BOP dahilinde Türkiye'ye biçtiği rolü yerine getirebilmek için, Alevi yurttaşları kadın, çocuk, yaşlı demeden kurban etmişler, ülkücü/dinci "milliyetçi'leri ise birer cellat, hatta kiralık katile dönüştürmüşlerdi. Nitekim bazılarının sonradan ödüllendirildikle-rine tanık olduk.

Katliam sanıklarından Ökkeş Kenger sonraki soyadıyla Şendiller MHP milletvekili, Haluk Kırcı işadamı oldu. Ünal Osman Ağaoğlu ise 12 Eylül öncesinin çok önemli katliamlarında, cinayetlerinde başrol oynamasına rağmen hiçbirinden cezalandırıla-madı. Yurt dışına kaçırılıp, kurtarılan Ağaoğlu'nun yakın zamanda geldiği Türkiye'de tutuksuz yargılandığı tek dava ise Kemal Türkler cinayeti.

'MİT, CİA, KONTRGERİLLA'

Amerika ve "milliyetçi" işbirlikçileri, istedikleri rejimi hayata geçirmek, gerekli bütün ekonomik ve siyasi kararları engelsiz uygulamaya koymakta kararlıydılar. Bu uğurda yalnız kitleleri imha etmekten değil, olup bitenlerin farkında olan herkesi de birer birer ortadan kaldırmaktan çekinmiyorlardı. Nitekim, Milliyet gazetesi yayın yönetmeni, gazeteci Abdi İpekçi'nin öldürülmesi önemli bir örnekti. Hala tam olarak aydınlatılamamış olmasını da açıklayacak bilgilere göre; İpekçi ülkenin CIA planı çerçevesinde adım adım askeri darbeye sürüklendiğini görüyordu. Türkiye'de görev yapan CIA ajanı Paul Henze'nin talebi üzerine yapılan görüşmede, İpekçi bildiklerini ve değerlendirmelerini aktarmaktan çekinmedi, ancak 13 Ocak'ta yapılan görüşmenin hemen ardından 1 Şubat 1979'da öldürüldü.

Gazeteciler Kürşat Yılmaz ve Cihan Çelik'e göre; İpekçi, Maraş katliamının "Kont-rgerilla" adlı CIA bağlantılı NATO kuruluşu tarafından örgütlendiğini, katliama bir CİA ajanının karıştığını belirlemiş, 'Özel Harp Dairesi" veya "Kontrgerilla" olarak adlandırılan NATO kuruluşunun MHP ile iç içe çalıştığına dair ise kanıtlar elde etmişti.

Yazar Çetin Altan da, İpekçi'nin ölümünden hemen sonra emekli Amiral Seza-i Orkunt ile karşılaştığını söylüyor ve Ami-ral'in kendisine "Abdi, askerlerin arazide bazı sivillere kontrgerilla eğitimi verdiğini öğrenmiş. CIA şefi ile bunu konuşmuş. Ardından vuruldu. Halbuki Genelkurmay'ın haberi olmadan böyle talimler yaptırılmayacağım bilmesi lazımdı" dediğini aktarıyordu. Katliam hedefe ulaştı ve Alevi vatandaşların kanı üzerinden kurulan hakimiyet, önce 13 ilde sıkıyönetim ilan edilerek, 12 Eylül'de de "son darbe"yle generallerin, yani Kenan Evren ve arkadaşlarının eline geçti.

Bir kez daha hafıza tazelemekte yarar var; 12 Eylül darbesinin başarıyla gerçekleştiğini "merkez"e yani Washington'a haber veren CIA'nın Türkiye Temsilcisi Richard Perle "our boys did it" diyordu. Yani "Bizim çocuklar başardı." ABD Dışişleri Bakanı Muskie ise Türkiye'den aldığı bu "müjde"yi, dönemin ABD Başkanı Carter'a şu sözlerle iletiyordu:

"Mr President, Türk ordusunun komuta heyeti Ankara'da yönetime el koydu. Herhangi bir kaygıya gerek yok. Kimlerin müdahale etmesi gerekiyorsa onlar müdahale etti."

İşte Maraş katliamının siyasal zemini, stratejik ortakları ve hedefleri bunlardı. Böylece, Türkiye'de yeni bir düzen için ayarlar yapılmış, iktidarı ele geçiren iç ve dış güçler çıkarlarına uygun yeni bir toplumun inşası için her şeyi yerle bir etmişlerdi. Bugün ortaya çıkan bunca bilgi, MİT'in artık gün ışığına çıkan raporları, yani resmi belge ve bilgiler dahil bütün tanıklıklar bu dosyanın yeniden açılmasını gerektiriyor. 78'liler Girişimi, hazırladıkları "Maraş Dosyası"yla, katillerin ve azmettiricilerin yeniden yargılanabilmesini, hukuken olamasa da toplum vicdanında mahkum edilmelerini sağlamaya çalışıyor.

78'liler Girişimi: Katliamı Unutmadık!

KAHRAMANMARAŞ katliamının 28. yılında 78'liler Girişimi kanlı tarihin bir daha yaşanmaması amacıyla Maraş dosyasını yeniden açtığını ifade etti. Kahramanmaraş'ta yaşanan katliamın 28'inci yılında 78'liler Girişimi Taksim Gezi Park'ın da bir basın açıklaması yaparak, Maraş dosyasını tekrar açtığını belirtti. Demokratik Toplum Partisi (DTP), Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP), Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP), İnsan Hakları Derneği (İHD), Demokratik Alevi İnisiyatifi'nin de katıldığı açıklamada bir konuşma yapan 78'liler Girşimi Sözcüsü Celalettin Can, Maraş katliamında yaşanan süreci anlatarak, 1991'de çıkan Terörle Mücadele Yasası'nda yapılan değişiklikle katliam sorumlularının hepsinin salıverildiğini, katliam dosyasının sessiz sedası kapatıldığını söyledi. Dosyanın bir daha hiç açılmadığını söyleyen Can, tarihe kara bir leke olarak geçen katliamın unutulmaya bırakıldığını ifade etti. Celalettin Can, "Bu kanlı tarihin bir daha yaşanmaması için 78'liler Girişimi olarak Maraş dosyasını yeniden açıyoruz" dedi.

DTP İstanbul İl Başkanı Doğan Erbaş'ta katliamların sorumlularını bulmaya yönelik çabaları anlamlı bulduğunu söyleyerek, Türkiye'nin Maraş katliamı ile yüzleşmemesi yüzünden Sivas'ta da buna benzer bir başka katliamın gerçekleştiğini ifade etti. Açıklamanın ardından Bilgi Edinme Yasası kapsamında İçişleri Bakanlığına katliamla ilgi mektup gönderildi. UFUK KOŞAR

Dönemin Emniyet Müdürü Abdülkadir Aksu

DÖNEMİN bürokratları ve yöneticileri arasında en önemlisi Maraş Emniyet Müdürü'ydü. Günler önce hazırlığı yapılan, 4 gün boyunca da oluk oluk kan dökülen Maraş'ta, güvenlikten sorumlu en yetkili kişi, yani Emniyet Müdürü Abdülkadir Aksu'ydu. Olaylar sırasında İçişleri Bakanlığı koltuğunda oturan İrfan Özaydınlı ise istifa etti ve yerine Hasan Fehmi Güneş getirildi.

Ancak İrfan Özaydınlı, Maraş katliamının açığa çıkarılması için kurdurduğu özel bir ekibe yaptırdığı incelemede oldukça önemli bilgilere ulaştı. Bugüne dek gizli tutulan raporun bir bölümü Özgür Gündem gazetesinde yayınlandı. Katliamın planlamasını Türkeş'in dünürü MİT hukuk müşavirinin de içinde olduğu 4 MİT mensubu yapmıştı. Dolayısıyla dönemin CHP hükümeti MİT'e hakim olamamış ve katliamı ancak olduktan sonra araştı rabilmişti.

Dönemin önemli aktörleri arasında AP İl Başkanı ve Kadıoğlu Çiftlikleri sahibi Faruk KADIOĞLU ile katliamın başlama vuruşunu yapan belediyenin Başkanı Ahmet UNCU da vardı.

Dava dosyası sessizce kapatıldı

22 Aralık 1978 cjünü başlayıp, yayılarak devam eden Alem yurttaşlara yönelik katliamda, 23.12.1978 Cumartesi günü Yörükselim, Madaralı, Serintepe, Yusuflar, Dumlupınar, Yenimahalle ve Sakarya mahalleleri ve şehrin ticaret merkezinde; 24.12.1978 Pazar cjünü Isadiuanh, Sakarya ve Namık Kemal mahallelerinde 24-25 Aralık 1978 günlerinde bu mahallelerde deuam eden ayrıca köylerde tam bir kıyım yapıldı. Saldırganlar, dinamit lokumları, av tüfekleri, uzun namlulu silahlar, tabancalar, tahtalar, baltalar, balyozlar, zincirler, demir sopalar, tahta sopalar, kürekler, et satırları, benzin ve gaz bidonları ile oldukça donanımlı ve hazırlıklıydılar.

Günlerce devam eden katliamda 200'den fazla kişi öldürülürken, binlerce kişi yaralandı. Olaylardan sonra, Alevilerin yüzde 8o'e ulaşan bir bölümü kenti terk etti.

Olay sanıklarının sıkıyönetim mahkemelerindeki yargılamaları ıggı yılına kadar sürdü. Sanık olarak yargılanan 804 kişiden 2g'u hakkında idam, 7 kişi hakkında müebbet hapis, 7'si 15-24 yıl, 29'u 10-15 yıl, 259'u da 5-10 yıl, 26'sı ise 1-5 yıl arasında hapis cezasına çarptırıldı. 379 kişi davadan beraat ederken 68 kişi Jırarda olduğu veya dava sırasında ölmüş olduğu için davadan düştü.

Öte yandan ölüm ve müebbet hapis cezalan dışındakilere 1/6 oranında cezai indirim uygulanarak cezalan indirildi. Ardından mahkemenin karan Yargıtay tarafından bozulurken yeni yargılama sonucunda idam cezalan uygulanmadı. Haklarında ceza verilenlerin cezalan, Nisan 1991 yılında çıkarılan Terörle Mücadele Kanunu nedeniyle, ertelendi ve serbest bırakıldılar. Böylece kanlı olaylarla dolu Maraş dosyası sessizce kapatılmış oldu.

»Tepkiler

MARAŞ Katliamın yıldönümü dolayısıyla açıklama yapan Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD) Başkanı Kazım Genç, 27 yıl önce gerçekleşen katliamın tüm Alevi katliamlarında kullanılan "dinin elden gittiği ve Alevilerin camilere saldırdığı" provakosyonuyla başladığını hatırlattı. Alevilerin "72 millete bir nazarla" baktığını vurgulayan Genç, "Aleviler hiç kimsenin inanç mekanlarına ve hele de, yüzlerce yıldır aynı topraklar üzerinde birlikte yaşadıkları Sünni yurttaşlarımızın inanç merkezleri olan Camilere olumsuz bir yaklaşımları söz konusu olmamıştır" dedi.

Dönemin Başbakanı'nın ölümünün ardından çekmecesinden "Katliam MİT'in içindeki MHP kanadı tarafından organize edildi" yönündeki bilgi notunu çıktığını hatırlatan Genç, bu notla somut gerçeklerin su yüzüne çıktığını vurguladı. Dev Maden Sen Genel Başkan Vekili Tayfun Görgün yaptığı açıklamada, katliamı unutmanın mümkün olmadığını belirterek, "0 dönemde görev alan siyasiler ve bürokratlar, bugün devletin önemli yerlerinde adeta ödüllendirilmiş gibi görevlerine devam ediyorlar. Katliamın sanığı olarak yargılanan birçok kişinin daha sonra milletvekili olarak ödüllendirildiğini hatırlamakta yarar var" dedi.

İNAN GEDİK

YARIN: GİZLENEN BELGELERDEKİ TANIKLIKLAR

KAYNAK: Birgün Gazetesi

Birgün Gazetesi Yazı Dizisi: Maraş Katliamı Dosyası Tanıklar 28 . yılında katliamı anlatıyor

Yazı Dizisi: Maraş Katliamı Dosyası Tanıklar 28 . yılında katliamı anlatıyor

KATLİAM DOSYASI AÇILSIN: Savcı 'provokasyon' dedi ( 2 )

"... ellerinde Alman tüfeği, mavzer, makineli tüfekler vardı. Kadınlarımızın memeleri kesildi. Altı aylık çocuğumuza kurşun sıkıldı. Kolları kesildi, kafaları ezildi. Kadınlarımızın hem ölüsüne hakaret ettiler, hem dirisine. Kocasının yanında yaptılar. Kocası dedi 'Allah'tan korkun'. Kocasını çektiler öldürdüler. Ardından kadını öldürdüler. 20 yaşında bir babayı oğluyla birlikte öldürdüler. Gözlerine şiş soktular insanların. Seyrantepe'de Kaşanlı (...)ün karısının ırzına geçip, kurşuna dizdiler. Daha sonra külotunu çıkarıp sokağa attılar. Kalaycı Şah İsmail'e de baltayla vurup beynini parçaladılar..."

Anlatılan bu vahşet, ne Hitler Almanyası'nda ne Pinoşe dönemi Şili'de yaşandı. Bu vahşetin yaşandığı yer Maraş, tarihi ise 1978'in aralık ayıydı. Üstelik bu anlatılanlar, yıllar boyu "gizli" kaydıyla devletin "karanlık" mahzenlerinde saklanan resmi bir raporun içerdiği tüyler ürpertici kayıtlardan sadece biriydi.

Dönemin Savcısı Dündar Saner'in hazırladığı ama geniş kitlelerden saklanan raporun içerdikleri, dönemin İçişleri Bakanı İrfan Özaydın-h'nın, Kahramanmaraş katliamının gün ışığına çıkarılması için kurduğu özel ekibin hazırladığı raporla da birebir örtüşüyordu. Ancak bu rapor da saklananlar arasında yerini almıştı. Raporu ele geçiren Gündem Dergisi'nin bazı bölümleri yayınlaması üzerine katliama ilişkin önemli bilgilerin bir kısmı daha kamuoyuna yansıyordu.

Yavaş yavaş birleşen parçalara göre; katliamın startı 18 Aralık'ta verilir. Olayların başlangıcından 15 gün önce, Çiçek sinemasının programında "Zeynel ile Veysel" adlı film varken, 16 Aralık'ta aniden "Güneş Ne zaman Doğacak" adlı film gösterime sokulur.

Bu filmin program dışı gösterime girmesinin nedenini resmi raporlar şöyle açıklar:

"18.12.1978 günü, ÜGD Maraş Şubesi İkinci Başkanı Mustafa Kanlıdere, Ökkeş Kenger ve üçüncü başkan Mustafa Tecirli'ye 'Halkı kışkırtmak, tahrik etmek ve isyanını sağlamak için solcuların attığı süsü verilmek kaydıyla, tahrip gücü az bir dinamit atılmasını' emretmiştir. Atılacak dinamitin Başkan Mehmet Leblebici ile görüşür ve bir köye gelir, aynı gün birinci Başkan Leblebici Ankara'ya hareket eder..."

ZANLI POLİS MEMURU

Patlamadan sonra bombayı atanı tanıyacağını belirten Cuma Avcı karakola getirilerek teşhis yapması istenir. Avcı polis memura Hasan Ay-dın'ı gösterir. Tanık Avcı iki kez yapılan teşhisin ikisinde de aynı polis memurunu göstermesine rağmen zabıt tutulmaz. Ancak, ısrar etmesi üzerine Emniyet Müdürü Kâmuran Korkmaz'ın emriyle teşhis zaptı düzenlenir.

Aynı rapor, katliamın organizatörlerini, günler önce başlayan hazırlığın bütün kanıtlarını da tek tek sıralar: "Ankara İli Bahçelievler, Karşıyaka ve Keçiören semtlerinde oturdukları bilinen Hüseyin Yıldız, Ünal Aağaoğlu, Haluk Kırcı, Mustafa Özmen, Mustafa Dülger, Remzi Çayır, Mustafa Demir, Bünyamin Adanalı, Ahmet Ercüment Gedikli, Mustafa Korkmaz ve İsmail Ufuk ile Mehmet Gürses isimli şahısların Kahramanmaraş iline gittikleri öğrenilmiştir. Yine İskenderun Demir Çelik İşletmesinde Fabrika Stok Kontrol Müdür Muavini olan Hayri KUŞÇU, Çelik-İş Sendikası yeddlilerinden Tuncay TEREKLİ ... isimli şahısların olaylardan önce ve olaylar sırasında Maraş'a gittikleri öğrenilmiştir."

Rapordaki ilginç tespitlerden biri ise, katliamın bir gün öncesi ile son gününü içeren 19-25 Aralık tarihleri arasında Maraş'taki otellerde kalanların kayıtlardaki isimlerinin her seferinde mesleklerini farklı bildirmeleriydi. Dikkat çeken bir başka nokta da aynı günlerde Maraş'a, görülmedik fazlalıkta milli piyangocu akını olmasıydı. Oysa yapılan araştırmada bu kişilerin hiçbirinin bayii olmadığı ortaya çıkmıştı. Rapor bu durumu "olaylardan haberdar olarak gelmiş militanlar oldukları kanısı uyanmaktadır" cümleleriyle yorumluyor ve şunları ekliyordu:

"Milli piyangocuların Kahramanmaraş'a doluştuğu bu günlerde bazı evler ve işyerleri üç hilal çizilerek, bazıları ise üzerlerine çarpı konularak işaretleniyor, şehirde çeşidi yerlerde solcular, Aleviler ve hükümet aleyhine slogan yazılıyordu."

ADETA TURİSTİK KENT GİBİ

Çiçek sinemasındaki padama ı.perde, tetikçilerin belirledikleri merkezlere saldırıları 2. perdedir. Son perde ise 12 Eylül'e saklanmıştır. Tahrip gücü oldukça düşük padayıcının atılmasından sonra sinemadaki bir grup ülkücünün "Bunu komünistler yaptı" sözleriyle kışkırtılan kalabalık, CHP, PTT gibi binalara saldırır.

20 Aralık'ta akşam saatlerinde Alevilerin yaşadığı Yeni Mahalle'deki Akın kıraathanesine padayıcı madde atılır ve iki kişi yaralanır. Bir sonraki akşam ise Maraş Meslek Lisesi öğretmenlerinden Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu okuldan evlerine giderken silahlı saldırıya uğrarlar. Öğretmenlerin cenazesine katılmak üzere Maraş'a gidenler arasında Celal Beşiktepe de vardır.

Beşiktepe, "kılpayı kurtulduk" dediği o günü ve yaşadıklarını; Maraş'ın o günlerde adeta bir turizm kenti gibi bütün kahve ve otellerinin tıklım tıklım dolu olduğunun altını çizerek anlatıyor:

"O günlerde Harita Mühendisleri Odası Genel Başkanı olarak Elbistan'daydım. Elbistan'da bile müthiş bir gerilim vardı. Öğretmen arkadaşların cenazesine katılmak üzere Maraş'a iki arkadaşla gittik. Bir otelde zor bela oda bulduk. Her yer doluydu. Cenazenin kalkacağı sabah erken uyandık. Ekmek alıp bulduğumuz bir kahveye çay içmek için gittik. Ama oturacak yer yoktu, o kadar kalabalıktı. Görünümlerinden ülkücü oldukları anlaşılıyordu ama artık geri de dönemezdik. O sırada bir masadan kalktılar ve bize yer verdiler. Muhtemelen bizi de dışardan gelenlerden sandılar. Oturup çayımızı içtik ve hemen çıktık."

Camiye doğru yürürken, tam belediyenin önüne geldiklerinde bir anons yapılmaya başlanır: "Bütün milliyetçi kardeşler, hat boyuna! Bugün komünistlerle hesaplaşma günüdür!" Bunun üzerine tekrar otele döner ve ulaşılabilecek herkesi aramaya başlarlar. Milliyet gazetesine bıraktığı not, aynen yayınlanır. CHP İstanbul milletvekili Ali Nejat Ölçer de aradıkları arasındadır. Nitekim daha sonra soru önergesiyle olayı gruba getirip sorgulayan Ölçer de tatmin edici yanıtlar alamaz.

Öğretmenlerin cenazesi anonsla işaret verilen katliamın başlamasıyla kaldırılamaz ve askerler tarafından hastaneye götürülür. Beşiktepe ve arkadaşları kentten çıkmak üzere arabalarını sürerken, Vilayet binasının sarıldığını görürler:

"Görünüm gerçekten çok ilginçti. 1000 kişilik bir grup, ellerinde balta, kazma, kürek yürüyor ve sloganlar atıyordu. Bizi gördüler ve arabanın içini iyice incelediler. Ama akıllarına elimizdeki gazetelere bakmak gelmediği için, geçmemize izin verdiler. İlerlediğimizde Vilayet binasının askerlerce çevrili olduğunu, askerlerin de ülkücüler tarafından kuşatıldığını gördük. Ama askere müdahale emri verilmiyordu. "Zorlukla Pazarcık'a ulaşan Beşiktepe'yle aynı gün İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı da helikopterle Pazarcık'a gelir. Oradan Maraş'a geçen Bakan da vilayette mahsur kalanlar arasındadır. Vilayete sığınanlar arasında Vali'nin eşinden polis ve memur aileleri ile çoluk çocuk kaçabilen halkın sığındığı binadakilerin sayısı bazı kayıtlara göre 10 bine yakındır.

Saldırganlar binadakileri de ister. Kahramanmaraş Emniyet Müdür Yardımcısı Hüsnü Işıklı tutanaklardaki ifadesinde "Saldırgan gruplar, tekbir getirerek 'Müslüman Türkiye' sloganıyla hükümet konağına saldırı düzenleyerek ele geçirmeye çalıştılar. Hükümet konağına sığınan bazı memurlar ve bunların aileleri ile bir kısım yurttaşın askeri araçlarla buradan alınarak şehir dışına nakledilmesini istediler. Askeri birlikle çatışan saldırganlardan 6 kişi yaralandı" diye anlatır.

YARIN: RESMİ AĞIZLARDAN KATLİAM

Yurtaslan itiraf etmişti

"MARAŞ olayları sırasında, Kahramanmaraş ile genel merkez arasında sürekli telefon görüşmesi yapılıyordu. Buradan konuşanlar Şevket Çetin ve Burhan Kavuncu idi. Bu konuşmalarda Maraş'ta cihadın açıldığı, inşallah ülküdaşlarımızın başaracağı söyleniyordu." (MHP itirafçısı Ali Yurtaslan, 'İtiraflar' kitabı, sayfa:143)

Özaydınlı'nın raporundan

İÇİŞLERİ BAKANI Özaydınlı'nın yaptırdığı incelemede tespit edilen telefon konuşmaları 'organizasyon'un boyudarını ortaya koyar. 22 Aralık 1978 günü Maraş'ta olaylar padak verdiğinde iki ayrı telefon görüşmesi yapılır. Yapılan araştırmalarda Adana ilinden bir şahıs, Malatya Özel Doğu Kliniği Doktoru Muhittin Turgut'u telefonla arayarak; 'Kahramanmaraş'tan oraya yaralılar gelecek, dikkatli olun' der. Muhittin Turgut ise; 'Orasını bana bırakın. Malatya olaylarında bir açık verdim mi ki bunda vereyim. Malatya olaylarında ne şekilde çalıştığımı siz de bilirsiniz' karşılığını verir..

SAVCI DÜNDAR SANER'İN RAPORUNDAN

Vahşetin 'gizli' tanıkları anlatıyor

"..UZUN süreden beri tezgahlanan plan bu şekilde tatbikat safhasına konuldu. 14-15 yaşlarındaki çocuklar, 20-25 yaşında şartlandırılmış kişiler tarafından Yörükse-lim, Şeyhadil ve dünden itibaren sırayla Kümbet, Yeni Mahalle'ye sevk edilerek burada cinayetler işletilmiştir. Olayların başlangıcında 20 kişiye otopsi yapabilme imkanı bulduk. Bunlar uzun menzilli silahlarla öldürülmüş idi. Daha sonra gelen ceset fazlalığından değil otopsi, kimlik tespiti bile yapmaya imkân kalmamıştır. Nitekim çukurlar içerisinde, çatışma gerçeklesen mahallelerde, öğretmen evleri civarında üçer, dörder ceset bulunmaktadır.

Olayları bizzat yasayan bazı mağdurların vahşete dair hatırladıkları söyle:

"...mağdur Kemal Yıldız'ı bir tepeye çıkarttılar. İşin zevkine varmak ve nişancı olduklarını göstermek için önce bıraktılar,biraz uzaklaşınca arkasından ateş ettiler.."

"...müfettiş Süleyman Metin'i öldürenler, karısının ve çocuklarının cezetin üzerine atılıp ağlamalarına el çırparak, kahkahalar atıyorlardı.."

"..öğleden sonra yeniden geldiler. Benzin şişeleri vardı ellerinde,evlerimize saldırdılar, gazlı bezleri ateşleyerek içeri attılar. Evleri ateşe verdiler. 'Maraş size mezar olur, vatan olmaz; Yaşasın Türkeş, Yaşasın MHP' diye bağırıyorlardı. Ellerindeki uzun menzilli silahlarla evlerimize ateş etmeye başladılar. Korkudan kaçıp kurtulmak isteyenlere arkadan ateş edip öldürüyorlardı..."

".. Gazipaşa semtinde, iki kişi saldırganların elinden kurtularak, yakınında bulunan askeri birliğe sığınmış. Saldırganlar, bu iki kişiyi, askerlerin elinden alarak kurşuna dizdiler. Sağlık ocağında görevli iki yaralıyı da zorla dışarı çıkararak kurşuna dizdiler. Devlet Hastanesinin yolunu ve et rafını çeviren saldırganlar, hastaneye getirilen yaralılara silahla ateş ediyor,öldürüyorlardı. Yaralıları hastaneye taşıyan cankurtaranın şoförünü de silahla öldürdü-ler.Yüzleri maskeli bir grup, yurttaşların korkudan sığındıkları bir apartmanı yaylım ateşine tutarak bazılarını yaraladılar..."

"...babam kanlar içinde yerde yatıyordu. Saldırganlar, küçük kız kardeşim Hürriyet'in, babama sarılarak ağlamasıyla alay ederek gülüşüyorlardı. Sonra evin her tarafına gaz, benzin dökerek ateşe verdiler. Odalar ve salon alev alev yanıyordu. Babamın cesedini yanmaması için dışarı çıkarmaya çalışıyorduk. Saldırganlar ise 'Bırakın kafir yansın' diye bağırıyorlardı. Sonra cesedi ateşe doğru çektiler. Bizi de sopayla dövmeye başladılar...

"...kocamı, gözlerimin önünde işkence ederek öldürdüler. Öldürülürken kocama sarıldım, üstüm başım hep kan oldu..."

YARIN: RESMİ AĞIZLARDAN KATLİAM

KAYNAK: Birgün Gazetesi

Birgün Gazetesi Yazı Dizisi: Maraş Katliamı Dosyası Tanıklar 28 . yılında katliamı anlatıyor

Yazı Dizisi: Maraş Katliamı Dosyası Tanıklar 28 . yılında katliamı anlatıyor

KATLİAM DOSYASI AÇILSIN: Bu vahşet unutulamaz! ( 3)

Hükümet konağında mahsur kalanlar arasında bulunan İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı bir "emeldi orgeneral"di. Onun perspektifinden olaylar "solcuların tahrikleri" sonucu çıktığı gibi, güvenlik önlemleri ise ancak Türkeş'in "önerileri" çerçevesinde alınabilirdi.

MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş ise "Ülkücüler güvenlik güçlerinin yardımcılarıdır" diyordu ama "merkezi" karardan habersiz asker ve subayların, katliamı önlemeye çalışırken gördükleri, yaşadıkları Türkeş'in sözlerinin tam tersiydi.

Savcı Dündar Saner'in hazırladığı dosyaya geçen "kamu tanıkları"nın ifadelerine göre, olayda ne solcuların parmağı vardı, ne de ülkücüler güvenlik kuwetierine yardımcıydı.

Örneğin, hükümet binasını korumakla görevli askeri birliğin komutanı Yüzbaşı Mustafa Peker, 24 aralık gününü şu cümlelerle anlatıyordu:

"...Kıbrıs Meydanından vilayet binasına doğru 2000 kişinin üzerinde bir kalabalığın önünde ve yanında yürüyen bazı kişilerin par-dösülerinin altında tabancalar olduğunu, topluluğun 'Kahrolsun komünisder, Müslüman Türkiye, din elden gidiyor, Vali istifa, İçişleri Bakanının kellesini istiyoruz' şeklinde sloganlar attığını.."

"Merkez"den aldıkları emirlerin rahatlığı ile Jandarma İl Alay Binasına bile saldıracak gücü bulan ülkücülerin cüreti ise görevli jandarma astsubay Ali Köşnek ve Ramazan Ünal'ın ifadeleriyle tutanaklara geçiyordu:

SUBAYLAR SİPERE YATIYOR

"Alay binasının etrafında bulunan eli sopalı, baltalı, silahlı şahısları yakalamaya başladıklarını, bundan sonra Alay binasına otomatik tüfeklerle hedef gözetmeksizin ateş edildiğini"

" 'Siper al' diye talimat verildiğini, bunun üzerine gizlendiğini, o sırada elinde fotoğraf makinesi olan bir kişinin kendisini görünce kaçarak yakındaki bir eve girdiğini, bu şahsı elinde fotoğraf makinesi, tabanca ve dinamit lokumu ile yakaladığını, bu şahsın kendisine gazeteci süsü verdiğini ve amacının Jandarma Alay Komutanlığı binasına dinamit koyarak hadise çıkarmak olduğunu..."

Ancak görevli asker ve subayların anlattıkları elbette bununla sınırlı değildi. Resmi görevlilerin ağzından, katliamın bütün dehşeti kayıtlara geçiyordu.

Adana, Kahramanmaraş, Gaziantep, Adıyaman, Hatay İlleri Sıkıyönetim Komutanlığı 1 numaralı Askeri Mahkemesi'nde ifade veren Yüzbaşı Timur Şen, belediyeden yapılan anonsu da doğruluyordu:

"Gün yeni ışımaya başlarken Belediye hoparlöründen, 'Dünkü olaylarda şehit edilen 2 din kardeşimizin bugün cenazesi kaldırılacaktır. Bütün din kardeşlerimiz buna katılsınlar, din kardeşlerimiz son görevinizi yapın' şeklinde ve genel mahiyeti itibarıyla sağ görüşlü kişileri toplamayı amaçlayan anonsların yapıldığını; anonsların arkasından da anonsu yapan dernek veya partinin isminin söylendiğini; bu anonsların 08.00'e kadar devam ettiğini; durumu telsizle Tabur Komutanına bildirerek anonsların önlenmesini istediğini, Tabur Komutanının Vali ile temasa geçtiğini söylediğini; bu anonslar üzerine köşe başını tuttuğu yollardan şehir merkezine doğru şahısların birer ikişer inmeye başladığını..

Saat 09.00 civarında Uzunoluk Caddesinden yukarıya tertibat aldığı yere doğru ellerinde kalın sopalar ve taşlar olan, 'Kahrolsun komünistler, Şehitlerimizin kanını yerde bırakmayacağız, hesap soracağız' diye bağıran, yol üzerindeki işyerlerini tahrip ederek ilerleyen 15.000 kişi civarında bir topluluğun gelmekte olduğunu; grubun hareketlerini devamlı olarak Tabur Komutanına rapor ettiğini; yolun ortasına bir makineli tüfek yerleştirerek beklemeye başladığını; grupla arasında 100 metre kalınca gruba doğru giderek daha fazla ilerlememelerini, bağırmamalarını, aksi halde ateş açacağını söylediğini; grubun bu ihtar üzerine durduğunu; liderleri kimse onun gelip konuşmasını söyleyince, grubun önünde lider pozisyonundaki 3 kişinin gayet küstahça ve ellerindeki sopalarla kendisine doğru ilerleyerek, 'Söyle biziz' dediklerini; bu 3 kişiyi bir gün önceki cenaze töreni olayları sırasında Ulucami önündeki sağ grubun en ön saflarında görmüş olduğunu ve tahrik edici davranışlarda bulunduklarını fark ettiğini; bu 3 kişiden birisinin olaylardan sonra yakalandığında teşhis ederek hakkında ifade verdiğini ve isminin Şaban Denizdolduran olduğunu.."

ATEŞ ALTINDAKİ TABUR KOMUTANI

Jandarma Önyüzbaşı Günay Güneri ise saldırganların yakıp yıktığı mahallerden Yörük-selim'de tanık olduğu vahşeti anlatırken, güvenlik görevlilerinin aczini de beraberinde anlatmış oluyordu:

"Bu sırada büyük bir grubun hemen aşağılarında ve Yörükselim Mahallesindeki evlere saldırdığını, içindeki insanları çıkarıp yaktıklarını görerek, erleri tepede bırakarak olay yerine yalnız gittiğini, orada bulunan piyade taburuna ait bir miktar erle beraber havaya ihtar atışı yaparak topluluğun üzerine yürüyüp 50 metre kadar gerilettiklerini; topluluğun hemen hemen hepsinin elinde sopa, demir, nacak gibi şeyler olduğunu; bu toplulukla uğraştığı sırada Yzb. Teoman Saraç'ı da bir kariyerin üzerine çıkmış toplulukları dağıtmaya çalışırken gördüğünü; kariyerlerin gelmesiyle topluluğun saldırılarının o bölgede durduğunu ve topluluğun başka bir yere gittiğini; öğle vakti yolların kapalı ve ateş altında olması nedeniyle, tabur arazisinden geçerek alaya geldiğini; alaya giderken Piyade Tabur Komutanı Bnb. Kemal Gündüz'ün ve yanındakile-rin Yörükselim Mahallesinde ateş altında olduklarını, kendilerini gizleyecek birer siper seçtiklerini gördüğünü"

Piyade Yüzbaşı Sedat Kiper'in tanıklığı ise Yörükselim mahallesindeki kıyım tablosuna şunları ekliyordu: "Evlerin yanmakta olduğunu ve bazı sivil şahısların evlerini söndürmeye çalışmakta olduğunu, bir grup insanın toplu olarak kışlaya gelmekte olduklarını; mahallede yanan evlerin bahçelerinde cesetler gördüğünü; saat ıg.oo'a kadar mahallede görev yaptıklarını; itfaiyenin görev yapmasına engel olmak isteyen grupların olduğunu; dar bir sokak içinde yanmakta olan bir eve karşısındaki elektrik direğinin yatırılmış olduğunu ve bu evi yakanların direği kullanarak içeriye girmiş olduklarını; evin önünde yerde biri kadın ikisi erkek üç ceset olduğunu; bu yangını söndürdüklerini; bazı işyerlerinde büyük Türk bayraklarının asılı olduğunu..."

Saldırıların hız kesmesi ve amacına ulaşmasından sonra Maraş, Nazi dönemindeki Yahudi soykırımını gösteren karelerle tıpa tıp aynıydı. Alevi mahallelerine hâkim olan duman, barut ve is kokusuna, kan ve yanık ceset kokusu eşlik ediyordu. Birbiri üzerine yığılmış cesetier tanınmaz haldeydi. İnsanlık tarihine, tüyler ürperten bir vahşet, bir kıyım daha eklenmiş, ama kanlı ellerin asıl sahipleri bir kez daha ustaca yaptıkları "kamuflaj"la araziye uymuşlardı.

Mağdurların tüyler ürperten ifadeleri

"BENİ ATEŞİN ÜSTÜNE ATTILAR"

"Aşağıdan dunları yakarak evi ateşe verdiler. Taşlarla camları kırarak içeriye ateş ettiler, dinamit attılar. Şişelere gaz doldurup attılar. Evin içi yanmaya başladı. Dumandan duramaz hale geldik. Balkona çıkmak zorunda kaldık. 0 sırada damın üstünde bulunan Recep ESENCELİ, 'Gelin sizi kurtaracağım' diyerek Ali BİLMEZ'i ve beni elimizden tutarak damın üstüne çekti. Ali BİLMEZ, dama çıkar çıkmaz vuruldu. Ben de yaralandım ve tekrar balkona düştüm. 0 sırada saldırganlar, 'Siz kadınlar aşağıya inin, erkekleri öldüreceğiz' diye bize bağırdılar. Teyzem Fatma BİLMEZ; 'Kocamı da öldürdünüz, oğlumu da öldürdünüz, daha ne istiyorsunuz?' diyerek saçını başını yoluyordu. İçerideki ateş biraz sönmüştü, tekrar içeri girdik. 0 sırada, damda bulunan Hasan ILDIRCAN'ı da vurdular. Evin içine yine dinamit atmaya başladılar. Saldırı sabahtan akşama kadar devam etti. Mecburen balkona çıktım ve 'Teslim oluyoruz' diye bağırdım. Evde erkek olarak yalnız Hasan BİLMEZ sağ kalmıştı. Onu da silahla yaraladılar. Teyzem Fatma BİLMEZ ile Selda BİLMEZ, yaralı olan Hasan'ı dama çıkardılar. Saldırganlar pencereye demir direk dayadılar ve eve bir sürü saldırgan doldu. Birisi beni merdivenlerden, yanan odunların üstüne attı. Ağzım ve yüzüm yandı. Biri 'kız yanıyor' diyerek beni ateşten aldı.."

"YAVRULARIMI GÖSTERİN"

"Babam, bizi banyoya sokarak saklamaya çalışıyordu. Evin iç kapısını zorluyorlardı ki, babam kapıyı açtı. 'Tamam, ben sizinle geliyorum, çocuklarımı ellemeyin, ne yapacaksanız bana yapın' dedi. Babamın kollarından tutarak aralarına aldılar. Bize de, 'Anneniz var mı?' diye sordular, 'Yok' dedik. Bize dokunmadılar. Karşımızdaki komşumuz Gülizar bizi evlerine götürdü. 0 sırada saldırganlardan bir kısmı arkadan bize saldırdılar. Gülizar kapıyı zorla örttü. Pencereden baktık; evimizin önünde babamın alnı kan içindeydi. İki saldırganın arasında dışarıya çıkardılar. Babam, 'Yavrularımı, çocuklarımı gösterin' diye bağırıyordu. Dayanamadık ve balkona çıktık, babam bize bakıyor ve ağlıyordu. 0 sırada babamızın kolundan çekerek ileriye doğru götürdüler. Saldırganların hepsinin elinde gaz şişesi, sopa, torbalar, silah vardı. Biz Gülizar'ın evinde hep ağlıyorduk. Akşam karanlığı çöktüğünde babamızı aramaya çıktık. Evimizin 30 metre uzağında bulunan sokakta cesediyle karşılaştık. Göğsünden vurmuşlardı. Kafasının ve yüzünün yaraları daha kötüydü. Korkuyorduk, kaçarak askeri birliklere sığındık. Orası yaralı, çocuk ve kadınlarla doluydu. Babalarını, kardeşlerini ve evlerini kayıp etmişlerdi."

"ATEŞ EDİN KAÇIYOR"

"5. katta oturan annesini sırtına alarak aşağıya indiğini; o sırada çevreden, 'Komünist kaçıyor ateş edin' diye bağırdıklarını; üzerine ateş edilince bir römorkun altına girdiğini; o sırada kariyerlerin gittiğini ve kendisinin sırtında annesi ile kaldığını; yanındaki bir askerin, 'Dayı ben seni korurum' dediğini, fakat Cuma SEVİM'in evinden ateş açılması sonucu askerin vurulduğunu, apartmanın etrafındaki komşuların hepsinin saldırıya katıldıklarını ve saldırganlara yardım ettiklerini..."

"OĞLUM KAZANDA YAKILMIŞTI"

"Oğlum Ali ile afet evlerine doğru kaçmaya başladık. Yolda bir saldırgan grup oğlum Ali'yi yakaladı. Ben Karamaraş'a kaçtım. Öğleden sonra dayanamadım, oğlumu aramaya çıktım. Mahalleye geliyordum, Kalender TOKLU ve Hüseyin TOKLU'nun cesetlerini evlerinin önünde gördüm. Tüm aramalarıma rağmen oğlumu göremedim. Askerlere sığındım, olaydan dört gün sonra askerlerle birlikte oğlumu aramaya çıktık. Mahalleye geldiğimde oğlum Ali'nin cesedini, Dilber YILMAZ'ın evinin bodrum katında bulunan bir kazan içinde yakılmış bir vaziyette buldum.

YARIN: Hasan Fehmi Güneş

KAYNAK: Birgün Gazetesi

Birgün Gazetesi Yazı Dizisi: Maraş Katliamı Dosyası Tanıklar 28 . yılında katliamı anlatıyor

Yazı Dizisi: Maraş Katliamı Dosyası Tanıklar 28 . yılında katliamı anlatıyor

KATLİAM DOSYASI AÇILSIN: Katliam sekiz ay gecikti ( 4 )

Hamit Fendoğulu'nun öldürülmesinden sonra, Başbakan Ecevit, bombaların Ülkü Ocaklarıyla ilişkisinden söz eder. Bunun üzerine Türkeş, Malatya benzeri olayların Erzurum ve Maraş'ta da çıkabileceğini söylemişti

Maraş Katliamını tezgahlayanların bu ilk planı değildir aslında. ABD'nin literatürümüze soktuğu bir deyişle "B" planıdır. Başarısızlığa uğrayan "A" planı ise, aralık ayından 8 ay kadar önce devreye sokulmuş, ancak umulan sonucu vermemiştir. 1978 nisanında, Malatya Belediye Başkanı Hamit Fendoğlu'na gönderilen bombalı paketin tıpatıp aynısı Pazarcık CHP İlçe Başkanı Memiş Öz-dal'a da gönderilir. Özdal'ın şüphelenip almaması üzerine paketi açan PTT memurlarından biri ölür, diğeri de ağır yaralanır. Bombalarda kullanılan patlayıcıların Nükleer Araştırma Merke-zi'nden alındığına dair bulgular üzerine başlatılan soruşturma sırasında Başbakan Ecevit, bombaların Ülkü Ocaklarıyla ilişkisinden söz eder. Bunun üzerine Türkeş, Malatya benzeri olayların Erzurum ve Kahramanmaraş'ta da çıkabileceğini söylemiştir. O günlerde, Türkeş'in yaptığı açıklamaların hemen ardından, hedef aldığı kişi ya da kuruma ilişkin bir saldırının "tesadüf" etmesi oldukça bildik bir ritüeldir. Nitekim Türkeş'in "kehanet"i bir kez daha gerçekleşmiş, Maraş yakılıp, yıkılmıştır. CHP Milletvekili Oğuz Söğüt'ün deyişiyle; bir soykırım olmuş ve Alevilerin yüzde 80'i kenti terk etmiştir.

Milletvekili Hüseyin Doğan ise "Bu, Alevi-Sünni çatışması da değildir. Bu planlı ve örgütlü bir faşist saldırıdır. Çevre illerden Maraş'a getirilen katil çetelerine belli hedefler gösterilerek, her şeyi hesaplanan bir plânla yürürlüğe konan bir faşist eylemdir.

Kin ekip, kan çiçeği büyütenlerin, direnme hakkından söz edip 'Milli direnme hakki doğmuştur' diye bildiri yayınlayanların eseridir. Maraş katliami 'Müslüman Türkiye-Milliyetçi Türkiye, Allah için Cihad başına' sloganlarıyla kadın demeden, çocuk demeden vuranlar karşısında 'Bana sağcılar ve milliyetçiler cinayet isliyor dedirtemezsiniz' diyenlerden destek görenlerin eseridir..."

Doğan'ın sözleri belli ki o günlerde henüz kamuoyunca farkında olunmayan gerçeklerin bilinmesine dayanıyordu. "Bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz" diyen kişi "hep başbakan" Demirel'di.

"DEMİREL KEYİFLİ"

Olaylara manşetlerinden yer veren gazeteler ise, yalnız durumu aktarmıyor, katliamın arkasındaki kişi ve kurumların da ipuçlarını veriyordu. Israrla olayları bir çatışma, solcuları fail olarak gösterme çabası kısa sürede çökmüş basının verdiği haberlerin, resmi açıklamalarla taban tabana zıt olması "planlı bir organizasyon"un varlığını netleştirmişti.

Gazetelerin yer verdiği tanıklıklar, muhabirlerin bizzat yaşadığı dehşet, tarihe önemli kayıtlar olarak geçiyordu. Ama çarpıcı manşetler arasında Günaydın gazetesinin 28 aralık tarihli sayısı özel bir önem taşıyordu. Başlık şuydu: "Demirel keyifli. Yeniden başbakan olma umudu Demirel'i sevindirdi"

O kadar sevinmişti ki, yüzlerce insanın öldüğü katliam gecesi dansöz oynatarak eğlenmişti. Olaydan tam 25 yıl sonra Reha Mağden'in haberini manşetten veren Birgün bu gerçeği "Katliam gecesi dansöz oynattılar" cümlesiyle duyururken, Demirel ve yandaşlarının "resmi tarih" teki rolünün de altını bir kez daha çiziyordu.

Dönemin Başbakanı Ecevit ise, "Bazı gençler kamplarda soykırım ve katliam için yetiştirilmiştir. Bunlar devlet dışında bir devlet gücü oluşturmaya başlamışlardır" diyordu. TİP Genel Başkanı Behice Boran, "Faşist terör istediği yerde istediği gibi kol gezmektedir. Hükümet terör yuvalarının ve arkasındaki güçlerin üzerine cesaretle gitmeli ve sonuç almayı başarmalıdır. Hükümet güvenlik kuvvetlerini kesin olarak kendi emri altına almayı ve istihbarat örgütünü kendi emri ve kontrolü altına almayı başarmalıdır" diyerek Ecevit'i uyarıyordu.

'Denetim dışı bir örgütlenme var'

KATLİAMDAN sonra görevden alınan İrfan Özaydınlı'nın yerine İçişleri Bakanlığı'na getirilen Hasan Fehmi Güneş, Maraş katliamının "örgütlü bir kalkışma" olduğunu belirterek, sorularımıza şu yanıtı verdi:

"Ben göreve gelir gelmez, Ankara'dan yetkili, güvenilir dedektiflerden oluşan bir ekiple araştırma yaptırdım. Olayların öncesi, sonrası ve olaylara karışan isimleri tek tek belirledim. Hazırladığımız bu raporları başbakanlık, Milli Savunma Bakanlığı, genel kurmay, sıkıyönetim gibi ilgili makamlara ilettim."

Güneş, "bu araştırmada 'örgütlü kalkışma' diye tanımladığınız katliamı örgütleyenler kimdi? sorusuna "devlet içindeki örtülü bir örgütlenme" olduğunu, halen de devletin bu bölümünde "şeffaflık" olmadığı yanıtını verdi.

"Peki sözünü ettiğiniz yapının bir adı yok mu?" sorusunu ise "Söyleyebileceklerim bu kadar" diye yanıtlayan Güneş, Devlet içinde, siyasi iktidarın denetimi dışına çıkmış bir bölüm olduğunu ve bu işleyişin mutlaka şeffaf hale getirilmesi gerektiğini açıklamakla yetindi.

Katliamı dört MİT görevlisi planladı

CELALETİN CAN (*)

1960'h yıllar, dünyada ve Türkiye'de sol değerlerin yükseldiği yıllardı.

12 Mart darbesi, gelişen sol mücadeleyi kesintiye uğratsa da solun üzerinde geliştiği toplumsal mecraya nüfuz edemedi. İki yıllık bir 'sessizlik'ten sonra 1973 genel seçimlerinin ardından, toplumsal siyasi mücadele topraktan fişkırırcasına boy attı. 1973 genel seçimlerinin galibi Ecevit'in CHP'siydi. Gerçekte ise seçimin galibi, Ecevit'te sembolize olan halkın geleceğe dair umutlarıydı.

Halk, cumhuriyet tarihinde ilk kez geleceğe umutla bakmaya başlamış, kendi kaderini ele alma düşüncesiyle devlet sınıfından kaçmıştı. Mevcut düzeni de, Ecevit'i de çok aşan bir gelişmeydi bu...

CHP-MSP koalisyon hükümeti Başbakan Ecevit'in Türkiye'ye pahalıya patlayan siyasi hatası nedeniyle dağıldığında, yerine hemen 'Komünizme karşı Milliyetçi Cephe' adı altında, asıl işlevi, sol düşünceyi yok etmek olan bir hükümet kuruldu.

Yeni hükümetin konseptine göre MC'nin mimarı olan Demirel, bürokrasi ve meclisi; Alparslan Türkeş ise sokağı kontrol edecekti.

Faşistler artık hükümet ortağıydı.

Kamuoyuna da yansıyan belgelere göre, Çorum, Amasya, Tokat, Sivas, Erzincan, Malatya, Maraş gibi Türkeş'in "Altın Hilal" diye adlandırdığı kent ve ilçelere de yayılmıştı toplumsal uyanış. Türkeş'e göre Altın Hilal, tarihsel ve kültürel olarak Türklüğün köklerini derinlere saldığı topraklardan müteşekkildi. 'Komonist' ideoloji ve Kızılbaşlar bu kökleri bozuyordu. Öze dönüş ve etnik temizlik şarttı.' Türklüğün ve Türk milliyetçiliğinin Anadolu'daki bekası da bir yerde buna bağlıydı.

Kapalı kapılar ardında alınan kararlar uyarınca bu 'temizlik' yapılacaktı. Asıl üzerinde durulan nokta, bu planın, sağ-sol çatışması biçiminde mi, Alevi-Sünni çelişkisi kullanılarak mı uygulanacağıydı. Bu topraklar, binlerce yıldır farklı mezheplerden kesimlerin iç içe yaşadığı, dinsel duyarlılıkları hassas topraklardı. Sonuçta Alevi-Sünni çelişkisinin körüklenmesi üzerinde karar kılındı.

En kapsamlı katliam Maraş'ta düzenlendi.

CIA ajanı Peck, katliamın arifesinde Maraş'taydı. Bu şaibeli adam, 1980 Çorum katliamında da görülecekti. Sonra bir daha kimse görmedi onu. Kısa bir süre içinde de 12 Eylül darbesi gerçekleşti. Peck, kendisine verilen görevi hakkıyla(!) yerine getirmiş ve ortadan kaybolmuştu.

Ecevit'in özel arşivinden gün yüzüne çıkan yeni belgelere göre, katliamlarla ilgili tek derin bağ Peck değildi. 1975'te kurulan MC'nin başbakan yardımcılığına Türkeş getirilmiş, MİT ona bağlanmıştı. Bir süre sonra MİT, asıl görevinden kopacak, kontrge-rilla ve MHP ile ortak bir çalışacaktı.

1978 Ocak'ında hükümet olan CHP, MİT'e bir türlü hakim olamayacaktı. Türkeş, Hukuk Müşavirliği, Psikolojik Savunma Başkanlığı; İstanbul, Ankara ve Diyarbakır Bölge Daire Başkanlıklarındaki yandaşları aracılığıyla MİT'i kontrol ediyordu.

Maraş katliamından aylar önce Türkeş; MİT'teki üst düzey ilişkileri aracılığıyla, MİT Güney bölgesini ele geçirmişti. MİT'in desteğini arkasına aldığından, Maraş olaylarını rahatlıkla düzenleyeceğinden artık emindi. Bölgeden merkezi hükümete istihbari bilgi akışı kesilecek, her şeyi sola bağlarken sağ ile ilgili masumane tasvirler çizen manipülatif bir bilgilendirmeyle hükümet 'uykuya yatırılarak' tezgahlanan plan uygulamaya konula çaktı.

Katliamın planlamasını, Türkeş'in dünürü de olan MİT Hukuk Müşaviri'nin içinde bulunduğu dört MİT mensubu yapmıştı. MİT'in katliamın içinde olması, sağlıklı istihbarat akışını engellerken, vahşete varan sonuçlara yol açtı.

MİT, bu rolünü sonrasında da sürdürdü. Faşistlerle ilgili raporlar mahkemelerden gizlenirken, sol gruplar hakkında gerçek dışı raporlar düzenlendi. Nitekim 12 Eylül darbesinden sonra Maraş Sıkıyönetim Komutanı Korgeneral Recep Haznedaroğlu, bu tek yanlı raporlara dayanarak katliamı tersine çevirip, işkenceyle sol bir gruba mal etmeyi deneyecekti. MİT raporlarının bu şekilde tanzim edilmesi, bizzat Türkeş'in talimatı ile olmuştu.

Hukuksuz yargıdan vicdani yargıya!

12 Eylül sonrasında Maraş olayları hakkında açılan davalar ise tam bir hukuk skandaliydi. Katliamın faili olarak 804 kişi yargılandı. Katliamda birinci dereceden rol oynayan 68 kişi ise hiç yakalanmadı. 379 kişi beraat etti. 1 ila 15 yıl arasında mahkumiyet cezası ile yargılanan 314 kişinin cezalarında önce 1/6 oranında indirim yapıldı, sonra hepsi mahkeme sürecinde salıverildi. 29 kişi hakkında verilen idam ve yedi kişi hakkında verilen müebbet hapis cezası Yargıtay tarafından bozuldu. 1991'de çıkan Terörle Mücadele Yasası'nda yapılan değişiklikle de katliam sorumlularının hepsi salıverildi.

Böylece Maraş Katliamı dava dosyası sessiz sedasız kapatılmış oldu. Sonra da bu dosya hiç açılmadı.

Kim bilir, belki Maraş katliamı başta bizim kuşağımız olmak üzere, toplum olarak hepimizin yüzünü kızartıyor, vicdanımızı kanatıyor. Zayıflığımızla, güçsüzlüğümüzle, çaresizliğimizle yüzleşmekten korkuyoruz. Belki de bu yüzden kimsenin ulaşamayacağını düşündüğümüz derinliğimize gömdük Maraş katliamının izlerini... Nesneleştirdik, ona yabancılaştık.

Katliamı yapan partinin yıllar yılı Maraş'ta en güçlü parti olduğu, böylece 'en doğruyu bilir' halkımızın katliamcılığı ödüllendirdiği, katliamcılarla suç ortaklığı yaptığı gerçeğini değiştirmiyor. Katliamı örgütleyenlerden birinin basit bir soyadı değişikliği ile kendini unutturduğu, hatta halkın temsilcisi olarak TBMM'ne girdiği gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Katliamı kontrgerilla, dönemin MİT görevlileri ve MHP'nin ortaklaşa düzenlediğini pekala iyi bilen 'vicdanlı ve dürüst' Ecevit'in MHP'yi iktidara taşıdığı gerçeğini de değiştirmiyor.

Katliamın asıl kurmaylarına gelince... Darbe koşulları yaratmak için Türkiye'yi istikrarsızlaştırma siyaseti güden, darbeyi "kendi çocuklarına" yaptıran ABD'nin, simgesel olması bakımından CIA ajanı A. Peck'in, Türkeş'in, dönemin MİT yetkililerinin; bölgedeki AP'li ve MHP'li il başkanları ve yöneticilerinin, iş adamlarının, toprak sahiplerinin, eşrafın, Çatlı ve Kırcı başta olmak üzere Susurluk Çetesinin katliamdaki sorumluluklarının kamuoyunun gündemine gelmediği, sorgulanmadığı ve bir hesaplaşma yaşanmadığı açık.

78'lilerin Sorumluluğu

Peki bir hesaplaşma olmayacaksa adalet nasıl sağlanacak? Adalet yoksa, demokrasi ve özgürlük nasıl olacak? Bir daha aynı şeylerin yaşanmamasının mahşeri vicdanı nasıl kurulacak? Yaptırım olmayan bir suç, her daim işlenmeye açık değil mi yoksa?

Ve 2 Temmuz Sivas katliamı, aynı makus tarihin tekerrürü değilse ne?

Bu kanlı tarihin bir daha yaşanmaması için 78'liler Girişimi olarak Maraş dosyasını yeniden açıyo-ruz.Adalet için, hak ve hukuk için, özgürlük ve demokrasi için Maraş katliamının kamuoyunun gündemine getirmeyi 78'lilerin tarih önünde bir sorumluluğu olarak kabul ediyoruz.

(*) 78'liler Girişimi Türkiye Sözcüsü

YARIN: AVUKAT NUSRET SANEM GÜNEŞ'İ YALANLADI

KAYNAK: Birgün Gazetesi

Birgün Gazetesi Yazı Dizisi: Maraş Katliamı Dosyası Tanıklar 28 . yılında katliamı anlatıyor

Yazı Dizisi: Maraş Katliamı Dosyası Tanıklar 28 . yılında katliamı anlatıyor

KATLİAM DOSYASI AÇILSIN: Yetkililerin 28 yıllık suskunluğu artık bitmeli ( 5)

İNCİ HEKİMOĞLU

Kararda, katliamı planlayanlar olarak MHP, Ülkücü Gençlik Derneği ve MİSK gibi parti ve örgütler ile ETKO, Kontr-Gerilla gibi illegal örgütlerin adının geçmesine rağmen, mahkeme soruşturmanın genişletilmesine ilişkin talepleri reddetti

Avukat Nusret Senem, eksiklerle dolu soruşturma ve gizlenen bilgiler nedeniyle adaletin yerine gelmediğini söylerken, Ökkeş Kenger'in kendisini kullandıklarını söylediği kişilerin kimler olduğunun hiç sorulmadığına dikkat çekiyor

Dava 1979 yılının Haziran ayında başlar. Haftanın 5 günü yapılan duruşmalar, 8 Ağustos 1980 günü sonuçlanır. Yargılananlar arasında olan MHP milletvekili Mehmet Yusuf Özsaş'ın oğlu, avukat Edip Özbaş'ın tutuklanması ise yargıçların hedef olmasına neden olur. Saldırı Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet Gazeteleri'nin 22 Nisan 1978 tarihli baskılarında geniş yer alır.

Tutuklama haberini alan MHP Milletvekili Özbaş ve yandaşları Adliye binasını basıp; I. Asliye Ceza Yargıcı Kazım Demirsu ve 2. Asliye Ceza Yargıcı Ertop Kan-maz'a saldırarak, "Sizi mahvedeceğim, pezevenkler..." diye küfreder. I. Asliye Ceza Yargıcı Kazım Demirsu, yediği yumruklar üzerine 5 günlük rapor alır. Saldırıya tanık olan Savcı Nuri Mimaroğlu şunları anlatır:

"Saat 08.40 sıralarıydı. Makam odamda, ceza hâkimlerimiz Kazim Demirsu ile Ertop Kanmaz arkadaşlar beni bekliyorlardı.. Odacı gelerek hakim beylerin beni makam odamda beklediklerini söyledi. Odaya girdiğimde her iki hakimlerimizin ayakta olduklarını, polis memuru ile MHP'li Milletvekilinin de içeride bulunduğunu gördüm. Milletvekilinin bana ilk sözü 'Pezevenk' oldu. Çeşitli hakaretler yağdırıyordu. Polisler milletvekilini dışarı çıkardılar.."

ÜÇ AVUKAT ÖLDÜRÜLDÜ

Saldırganların yargıyı işlevsiz kılmaya yönelik saldırıları bununla sınırlı kalmaz. Davanın müdahil avukatlarından Av. Ahmet Albay, Av. Ceyhun Can, Av. Halil Güllüoğlu peş peşe katledilirler.

Müdahil avukatlardan Nusret Senem, dava arkadaşı Güllüoğlu'nu şu cümlelerle tanımlar: "Adana'da herkesin, efendiliği ve bilgisi ile üzerinde saygı uyandırmış olan Av. Halil Sıtkı GÜLLÜOGLU öldürüldü. Adana Kapalı Spor Salonunda süren duruşmalar sırasında, sanıklar tarafından linç edilmekten son anda kendi çabası ile kurtulmayı başaran Halil abi, evinin önünde, arabasına bindiği sırada, ülkücü saldırganların kurşunlarına hedef olarak yasama veda etti. Onu asla unutamam."

Bunca ağır bedel ödeyerek adaletin yerine gelmesi için uğraşan avukatlara rağmen, tetikçi ve faillerinin tümünün açığa çıkarıldığı, cezalandırıldığı söylenemez.

DOSYADAKİ ÖRGÜTLENME

Avukat Senem, sanık ifadelerinde, tanık beyanlarında, devletin güvenlik görevlilerinin raporlarında, basının olaylara ilişkin haber ve fotoğraflarında, iddianame ve yargılamayı yapan Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesi Gerekçeli Karar'n-da, katliamı planlayıp uygulayanlar olarak MHP, Ülkücü Gençlik Derneği ve MİSK gibi yasal olarak kurulmuş parti ve örgütler ile ETKO, Kontr-Gerilla gibi illegal örgütlerin adının geçtiğini vurgulayarak, davaya ilişkin şu değerlendirmeleri yapar:

"Yapılan yargılamalar neticesinde MHP ve diğer ülkücü kuruluşlar hakkında suç duyuruları reddedildi. Sıkıyönetim Mahkemesi ortaya çıkan kanıtları görmezden geldi. Yeterli kanıt bulunmadığını ileri sürdü. Mahkeme, sanıkların olay tarihlerinde MHP'ye kayıtlı olduğu konusunda araştırma yapılması taleplerini reddettiği halde, 'sanıkların üye olduklarına dair dava dosyasında herhangi bir bilgi bulunmadığından; müdahil vekillerinin adı geçen parti hakkında C. Başsavcılığına başvurması konusunda istemlerinin reddine' karar verdi."

Adana, Kahramanmaraş, Gaziantep, Adıyaman, Hatay İlleri Sıkıyönetim Askeri Komutanlığı 1. Nolu Askeri Mahkemesi'nde görülen davada yargılanan 804 kişinin 29'u ölüm cezasına, 7'si müebbet hapse; 7'si 15-24 yıl arasında, 29'u 10-15 Yıl 259'u da 5"10 yıl arasında, 26'sı ise 1-5 yıl arasında hapis cezası aldılar. 379 kişi davadan beraat ederken 68 kişi firarda olduğu, veya dava sırasında ölmüş olduğu için davadan düştü. Öte yandan ölüm ve müebbet hapis cezaları dışındakilere 1/6 oranında cezai indirim uygulanarak cezaları azaltıldı. Ardından mahkemenin kararı Yargıtayca bozulmuştur. Yeni yargılama sonucunda da idam cezaları uygulanmadı. Ve büyük kısmının Nisan 1991 yılında çıkarılan Terörle Mücadele Kanunu nedeniyle cezaları ertelendi ve serbest bırakıldılar.

Maraş dosyası hukuken kapansa da toplum vicdanında asla kapanmadı. "Topluma karşı işlenen suçlar" ve "insanlık suçu" olarak tanımlanıp, yeniden soruşturulması gereken olaylardan olan Maraş katliamının, cinayetlerin, faili meçhullerin hüküm sürdüğü bu düzende üzerimize düşen görevin tanımını ise; 10 Mart 2003 yılında yitirdiğimiz, yaşamını hukuka, adalete ve "insan hakları"na adamış, "Emil Abi"mize bırakarak sonlandıralım:

"Eğer insansanız, Hitlerleri, Himlerleri kıskandıracak Kahramanmaraş kıyımının yapıldığı bu ülkede şovenizmin karşısına dikileceksiniz..." »

AVUKAT NUSRET SENEM : "Güneş önce hesap versin"

KAHRAMANMARAŞ davasının müdahil avukatı Nusret Senem, Hasan Fehmi Güneş'i yalanlayarak, Güneş'in bütün ilgili kurumlara yolladığı ve dava dosyasında da bulunduğunu söylediği rapora ilişkin sorumuza "dosyada öyle bir rapor falan yok, Güneş de bu olayla ilgili hiçbir şey yapmadı" dedi.

Hükümet Konağı'na girmeye çalışanları askerlerin ateş açarak durdurduğu olaylar sırasında yaralanan 8 saldırgan olduğunu belirten Senem, bu saldırganların tedavi edildikleri hastaneden kaçtıklarına dikkat çekerek, katliamın önemli aktörlerinden Ökkeş Kenger'e ilişkin de şu bilgiyi verdi: "Ökkeş Kenger, yakalandıktan sonra Tugay Komutanı Tuğgeneral Mahmut Boğuşlu'ya ağlayarak 'beni kullandılar' dedi. Bu tutanaklarda var. Kimse sormadı, kimin kullandığını.

Güneş önce bunların hesabını versin."

» İçişleri ve Adalet Bakanlığına sorular:

» Savcı Saner'in gizlenen raporunu açıklayın

» Özaydınlı'nın hazırlattığı raporu açıklayın

» Katliamı organize eden 4 MİT görevlisi kim?

» Katliamda yer alan ve hastaneden kaçan 8 kişi kim?

» Dönemin Maraş Emniyet Müdürü kimdi ve olaylardan sonra kendini nasıl savundu?

» Güneş'in devletin içinde yer aldığını söylediği "örtülü örgütlenme"nin bağlı olduğu makam neresi?

» Ökkeş Kenger'i kimler kullandı? » Ünal Osmanağaoğlu hakkında Mamak katliamından soruşturma açıldı mı?

» Soruşturmada hangi sonuçlara ulaşıldı?

"Kadrolu tetikçiler

KAHRAMANMARAŞ katliamının "ünlü" tetikçileri Haluk Kırcı ve Ünal Osmanağaoğlu'nun sanığı oldukları tek dava bu değildi. Osmanağaoğlu, Kemal Türkler davasından halen tutuksuz yargı-lansa da Haluk Kırcı ve arkadaşları ile 7 TİP'linin katledildiği Bahçeli-evler katliamı davasında 7 kez müebbet hapis cezasına mahkûm oldu. Türkler davasının müdahil avukatı Rasim Öz'ün verdiği bilgilere göre, halen Bandırma Cezaevinde bulunan Osmanağaoğlu'nun karıştığı bir başka katliam ise 3 kişinin öldüğü, 14 kişinin yaralandığı Mamak'ta belediye otobüsünün taranması olayı. Ancak "yaptığım araştırmalarda bu olayla ilgili hakkında dava açılmadığını ve zaman aşımına uğratıldığını öğrendim" diyen Rasim Öz, bununla ilgili bir soruşturma açılıp açılmadığını, açıldıysa nasıl sonuçlandığını ise bir türlü öğreneme-diğini belirtiyor.

*** BİTTİ ***

KAYNAK: Birgün Gazetesi