Bu Blogda Ara

23 Haziran 2006 Cuma

TOLESLERDEN TAVSiYE


TöLESLERDEN TAVSiYE
Yazan: TOLES
˙Her Hakkım Saklıdır®™

Türklük ve Kızılelma



Türklük ve Kızılelma

 
Türkler, özellikle Oğuz Türkleri arasında cihan hâkimiyetinin sembolü olarak ifadesini bulmuş bir mefhum veya mefkuredir. Kızılelma, Türklerin yaşadıkları bölgeye göre batı yönünde ulaşılması gereken bazen bir belde, bazen de bir ülkedeki taht veya mabet üzerinde parıldayan veya cihan hâkimiyetini temsil eden som altından yapılmış kızıl renkli altın bir yuvarlak yahut top olarak tahayyül edilmektedir.
Bu altın top bazen zaferin işareti, bazen hâkimiyetin sembolü, bazen de fethedilmek üzere hedef seçilen yerin sembolü olarak ifade olunmuştur. Türklerde çok eski inanç ve töreye dayanan Kızılelma, Türkistan sahasından Hazar denizinin doğusundan gelen Oğuzların, Hazar kağanının ipek çadırının üzerinde hâkimiyetin ifadesi olarak bulunan altın top (Kızılelma'yı) ele geçirmeyi ülkü edinmişler.
Buradan İran'da hüküm süren Türk boylarına, oradan da Osmanlılara geçmiştir. Osmanlı Türk devletinin Macaristan'da bulunan Kızılelma'yı bulup ele geçirmelerinden sonra fethetmek istedikleri yerlerde bir Kızılelma'nın varlığına inandığı ve bu uğurda mücadele ettiği görülmektedir. Türkler, inandıkları Tek Tanrı'nın dünya hâkimiyetini kendilerine ihsan ettiğine iman etmişlerdi. Bunu Bilge Kağan'ın ; "Tanrı irade ettiği için tahta oturdum; dört yandaki milletleri nizama soktum" sözlerinden de anlamaktayız. Yine Bilge Kağan'ın ağzından Türk imanı şöyle ifade edilmekteydi; Türk Tanrısı, milleti yok olmasın diye babam İlteriş Kağan'ı ve anam İl Bilge Hatun'u gökten tutup yükseltmiştir.
Oğuz Kağan'ın doğumundan itibaren ilâhî bir nurla beslendiği tarihî ve efsanevî kaynaklarda yer almaktadır. Oğuz Kağan'ın Tanrı tarafından ilâhî kudretle techiz edilmesinin yanında yardımcısı ve rehberi de aynı kaynaktan beslenmiştir. Gökten indirilmiş Gök-Börü (Bozkurt) Oğuz'un seferleri sırasında ona kılavuzluk yapar. Oğuz Destanı'nda geçen şu mısralar bunu en güzel şekilde izah etmektedir:

"Ben sizlere oldum kağan
Alalım yay ile kalkan
Nişan olsun bize buyan
Bozkurt olsun bize uran"

Turdı Han'ın 598 yılında Bizans İmparatoru Maurikianur'a gönderdiği mektupta geçen ; "Dünyada yedi iklimin efendisi ve yedi ırkın kağanı..." ibaresi ile Tuna Bulgarlarının hanı Melemir Han'ın kendisi ve şahsında ifadesini bulan Türkler için kullandığı; "Tanrı tarafından gönderilmiş Tanrı'ya benzer Melemir Han..." ifadesi Türk milletinin İslâmiyet'ten önceki dönemde Tanrı tarafından kutlu kılınmış olduğu inancını göstermektedir. Bu ve buna benzer çeşitli inançlar, Türklerin İslâmiyet'i kabul etmelerinden sonra da devam etmiştir. Kendilerini Tanrı tarafından dünya nizamını sağlamak için gönderildiklerine inanmışlardır. Zira Türk insanının mücadeleci ruhu ve cihan hâkimiyeti ülküsü İslâmî inanışa da uygundu. İslamiyet'ten önce kahramanlara verilen alp'lik unvanı, İslâmiyet'ten sonraki dönemlerde alp-eren şeklini alıyor, böyle hayat buluyordu. "Benim Türk adını verdiğim ve şarkta yerleştirdiğim bir ordum vardır.
Bir kavme gazaplandığım zaman onları o kavmin üzerine saldırtırım" mealindeki hadis-i kutsi, İslâm dünyasında Türkler hakkında söylenen rivayet ve kehanetlere örnektir. Hz.Muhammed'in ; "Horasan'da Arap olmayan, güzel yüzlü hâkim bir insan zuhur edecek; onun adı da benimki gibi Muhammed olacak ve Büveyhilerin baskısına son verecektir. Horsan'dan Büyük Dervazat'a kadar fetihler yapacak. Irak, İran ve Mekke hutbelerinde adı okunacaktır " mealindeki hadis ile "Türkler size dokunmadıkça siz de onlara dokunmayınız" mealindeki hadisler bütün İslâm dünyasında dilden dile yayılmaktaydı.
Türkler, gerek İslâmiyet'ten önceki GökTanrı inancı zamanında, gerek İslâmî dönemde kendilerinin Tanrı tarafından dünyaya hükmetme ve adaleti sağlamak için yaratıldıklarına ve hayat felsefesinin bu düşünce ile şekillenmesi gereğine inanmışlardır. Eski dönemlerden itibaren dünya nizamını sağlamak üzere mücadele eden Türk milleti, islâmiyet'i kabul ederek maddî ve manevî yönden bir yükselişe erişmişlerdir.
İdeallerini, kendilerinin dünya nizamını sağlama ülkülerini bu iman kaynağından beslemişlerdir. Bu kaynak Kızılelma'nın manevi yönünü teşkil eder. Tarih ilminin tespit ettiği ve kendine mahsus ileri bir kültür örneği olan Bozkır kültürü , M.Ö. l500-l700 yılları arsında teşekkül eden ve yaşayan örnek bir kültür olarak bilinmektedir. Atın ehlileştirilmesi ve demirin ileri bir teknikle işlenmesi bu kültürün önemli özelliğidir. Mücadeleci bir yapıya sahip olan Türk milleti, bunun gereği olarak ihtiyaçları ölçüsünde seyyar evler, hastahaneler ve eğitim kurumları yapıyorlardı. Bu hâl onların kolay hareket etmelerine, mekân değiştirmelerine imkân sağlıyordu. Bunun yanında medeniyetin ölçüsü sayılan giyinme, en pratik ve en kullanışlı seviyededir. Madde ile ruh, mazi ile hâl ve muhafazakârlık ile inkılâpçılık , Türk insanının yapısında öyle kaynaşmıştır ki, bu kaynaşmanın eseri, siyasî, içtimaî ve hukukî nizam, Türk devletlerinin ihtişamında belirerek yüzyıllarca yaşamış ve milletin yaşamasını sağlamıştır.
Bu birleşme, Türk milletinin sosyal yapısı ile yakından ilgilidir. Sosyal yapının çekirdeği olan ailenin sağlam olması, bunun uruğ, boy, budun şeklinde teşkilâtlanması, buradan devletin doğmasına ve devlet kanalıyla bir milletin ideallerini gerçekleştirmesi sonucunu getirmektedir. Aile, uruğ, boy ve il (Devlet)in sağlam teşkilâtlanması bir yandan millî ideallerin ve mefkûrelerin birliğini sağlıyor, bir yandan da Türk ruhundaki dinamizm ve hürriyet fikrinden olsa gerek, büyük devletlerin kurulması yanında parçalanmayı da beraberinde getiriyordu. Bu tarz katı devletçilik şekli, âdeta kendi arasında bir yarışa zemin hazırlıyor, Türkün Kızılelma'ya gitmesini daha da dinamik kılıyordu. Türk milletinin sosyal yapısı, sosyal yapıyı ayakta tutan maddî ve manevî dinamikler, onların Kızılelmaya yol almalarını gerektirmekteydi. Binlerce yıldan beri milletin şuuraltına yerleşen bu duygu, tarihî dönemler itibariyle yeniden zuhur ediyor, yeniden millete hayat veriyordu. Onların hayata sıkı sıkıya bağlanmalarını ve kendi dinamiklerini korumalarını sağlıyordu. Oğuz Han'dan Alparslan Türkeş'e kadar Kızılelma ülküsü Türk milletinin var olma ve idare etme idealinin en üst seviyede olmasına işaret sayılır. Oğuz Kağan, hâkimiyetin sembolü olarak altın evini kurar, altın evin kurulmasından sonra sefere çıkar.
Bunlardan ilki Hint seferidir. Hint ve Çin ülkelerini topraklarına katan Oğuz Han'ın elde etmek istediği Pekin Kızılelması'dır. Tarihçiler Çin'in (Pekin) Kızılelma olarak telâkki edildiği konusunda ittifak etmişlerdir. Karanlıklar ülkesi, Çin ve Hint ile bütün Orta Doğu ve Kafkasları birleştiren ve burada hâkimiyet tesis eden Oğuz'dan sonra Hunlar tarih sahnesine çıkarlar. Batılıların Tanrının Kılıcı diye isimlendirdiği Atilla'nın hedefi batıdır. Ares Kılıcı olarak isimlendirilen dünya hâkimiyetinin vasıtası olan kılıç, Atilla'nın Kızılelma olarak batıyı seçmesine vesile olmuştur. Abdalan-ı Rum, alp eren Şeyh Edebali ve onun damatları Osman Gazi ile Tursun Fakı...Oğuz'un Anadolu'daki Korkut Atasıdır. Osman Gazi'ye Selçuklunun bittiğini belirtir ve "Ona sultanlık veren Tanrı bana hanlık verdi. Eğer minneti şu sancak ise ben kendi sancağımı götürüp uğraştım. Eğer o, ben Al-i Selçukum derse ben de Gök Alp (Oğuz Han) oğluyum" dedirtir. Osmanlı Türk Devleti bu düşünceler üzerine kurulduktan sonra Kızılelma denilen büyük idealde açılım kazanır.
Osmanlının ilk Kızılelması, Anadolu'da beylikler dönemine son verip Türk birliğini sağlamak olmuştur. Bunun için çeşitli mücadelelere girişen Osmanlılar, kardeş katline kadar varan büyük fedakârlıklar göstermekten çekinmezler. Gerek iç mücadeleler, gerek Moğol istilâsı bir yandan sıkıntıları getirirken, bir yandan da büyük ideallerin gerçekleşmesi için dinamik bir güç oluşturur. Sadece Türk milleti için değil, dünyadaki bütün milletler için kavşak noktası olarak bilinen ve kendine mahsus özellikleri haiz olan İstanbul, Osmanlının büyük Kızılelması olarak görülür. Hakkında çeşitli rivayetlerin dilden dile dolaştığı İstanbul, Fatih Sultan Mehmet'in dahiyane idare ve olağanüstü iradesiyle Türklerin hâkimiyetine girer.
Hz.Muhammed'in; "İstanbul muhakkak fetholunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan ve onun askerlerine ne güzel askerlerdir" hadisi ile müjdelenen ideal, hayata geçirilir. İstanbul'un fethine kadar anlatılan, ancak İstanbul'un fethi ile olgunlaşan Kızılelma , Türk'ün dünyaya hâkim olma duygusunun bir ifadesi olarak hayata geçmiştir. Evliya Çelebi, Hz.Muhammed'in doğumunda ateş-gedelerin sönmesi ve Tak-ı Kisra'nın sükûtu gibi harikulâde hadiseleri anlatırken Ayasofya kubbesiyle birlikte İstanbul Kızılelmasının düştüğünü zikretmektedir.
İstanbul'un fethinden sonra Türk milleti için Kızılelma Roma'ya, St.Pierre'nin kubbesine taşınır. Burası Katolik dünyasının kalbidir. Türklerin hedefi artık Roma'dır. Zira Fatih döneminde yapılan Ortanto(İtalya) seferinin sebebi de budur. Roma Kızılelmasının düşürülmesidir. Atilla'dan sonra Roma'yı düşürmek Osmanlı Türklerinin büyük hedefleri arasındadır.
Bir efsane Kızılelmanın Roma'ya taşındığını anlatır ve Türk'ü Roma'ya koşturur. Efsaneye göre, kızılelma, Dağıstan'dan I.Anuşirvan tarafından İran hazinesine konulmuş, oradan da Roma'ya kaçırılmıştır. Bu anlatım tarihî kaynaklarda yer almaktadır. Bundan başka çeşitli mektup örnekleri, elden ele dolaşarak Türkleri Kızılelma'ya (Roma) davet eder. Bir başka Kızılelma ise Macaristan'dır.Kızılelma, tarihimizde Türk birliği olarak da telâkki edilmiştir. Azerbaycan sahasından Ahunzade Mirza Feth Ali Bey'in yaktığı dilde Türkçülük meş'alesi, İstanbul'dan eğitim sahasında Süleyman Paşa tarafından yakılmaya devam edilmiştir.
Buharalı Şeyh Süleyman Efendi'nin İstanbul'a taşıdığı Türk birliği fikri, Ahmet Mithat Efendi, Ahmet Cevdet Paşa, Şemseddin Sami, Necip Asım Bey ve Veled Çelebi tarafından yaşatılmaya başlanmıştır. Özellikle 19. yüzyılın sonunda l898 yılında Türk-Yunan savaşının olması, Türkiye'de Türkçülük fikrinin daha sür'atli kabul görmesini sağlamıştır. dönemin aydınları, bir yandan Selanik'te Genç Kalemler hareketini başlatırken, bir yandan da İstanbul'da Türk Derneğini kuruyorlardı. 1908 yılında kurulan bu derneği, aynı gayeleri takip eden Türk Yurdu izliyordu(1911). Türk milletinin tarihini, dilini, edebiyatını, etnolojisini,sosyal ve siyasî problemlerini araştırmak ve halletmek gayesini güden bu derneğin faaliyetleri kesintisiz olarak l933 yılına kadar devam edecektir.
Emrullah Efendi, Bursalı Tahir, Ziya Gökalp, Tunalı Hilmi, Ağaoğlu Hikmet gibi şahsiyetlerin omuzlarında gelişen Türkçülük cereyanı, 1900'lü yılların başından itibaren yanına siyasî ve askerî kesimlerden de destek almak suretiyle olgunluk kazandı. Ziya Gökalp'in fikri birikimi, Türkçü düşüncenin merkezinde yer almasını sağladı. 1920 yılında kurulan Türkiye Devleti, bu fikri birikimin ürünü olarak tarihteki yerini aldı. Kızılelmanın Turan olarak şekillendiği bu dönemin en büyük ve ilk safhası olan Türkiye Devleti kuruldu. Zira Turancılık üç aşamalı bir fikir sistemi olarak ortaya atılmıştır. Bunlar sırasıyla, Türkiyecilik, Oğuzculuk (Türkmencilik) ve Turan (Türk Birliği)dır. Turan Devleti fikrinin savunucularından biri olan Ömer Seyfettin, devletin yönetim şekli olarak İlhanlığı teklif eder.
Aynı fikrin sonraki temsilcilerinden biri olan Necip Fazıl Kısakürek, Büyük Doğu Devleti olarak isimlendirilir. 1920'de tamamen Türk millî düşüncesi üzerine kurulan yeni Türkiye Devleti, İkinci Dünya Savaşı'na kadar bu temel felsefe üzerinde hayatiyet bulur. 1940'lı yıllarda iyici filizlenen bu düşünce, döneminde birçok şahsiyetin yetişmesine ve fikrin yayılmasına vesile olur. Kızılelmanın Türk milletinin manevî besini olduğunu söyleyerek bunu Turan fikri ile kuvvetlendiren Nihal Atsız ve 1960'lı yıllardan itibaren Kızılelma, Turan fikrini Türk politik çevrelerine taşıyan ve doktiriner bir çehresi olan Alparslan Türkeş. ..Millî devlet-güçlü iktidar sloganıyla kitlelere aktarılan düşüncenin ilk safhası güçlü bir Türkiye Devleti idealidir. Tamamen inkılâpçı bir ruha sahip olan siyasî görüş, Dokuz Işık doktirini ile güçlü ve bulunduğu konumda çevresinin güç odağı olan Türkiye Devleti'ni gerçekleştirmek gayretindedir.
Nitekim yüzyılımızın son çeyreğinde dünyada olan gelişmeler bu fikrî ve siyasî görüşün haklılığını ispat etmektedir. Millî ülkü olan Kızılelma, Türk birliğinin, yani Turan'ın tesisidir. Bunun birinci dönemi bağımsızlık, ikinci dönemi birlik, üçüncü dönemi ise fetihler dönemidir.
Yazan: TOLES
˙Her Hakkım Saklıdır®™

PAGANiZM VE ENGiZiSYON


Paganizm
Bu ad, köylü anlamindaki Latince paganus sözcügünden türetilmistir. Ilk olarak Hiristiyanlar tarafindan, Roma çoktanriciligina ad olarak verilmistir. Bilindigi gibi Hiristiyanlik, egemenlik savasini Roma' da yapmisti.

Roma kentlerinde Roma' li soylularin direnmelerine ragmen tapinaklar ve tanrilar için yapilan bayramlar kaldirilmissa da kirsal bölgelerde ve köylüler arasinda basta çoktanricilik olmak üzere eski gelenekler asiri bir tutuculukla sürüyordu. Nitekim Hiristiyanlik, kirsal bölgelerde de tutunabilmek için Roma çoktanriciligina ödünler vermek zorunda kalmis ve Hiristiyan'ca yorumlamalarla onlardan pek çok sey almistir. Hiristiyan bayramlarinin bir çogu eski Roma bayramlaridir ve Hiristiyanlar' in resmi dili de hala Romalilar' in dili olan Latince' dir. Bu gün paganizm deyimi bütün çoktanriciliklari ve günümüzde de geçerli olan Afrika, Polinezya, Melanezya, Kuzey ve güney Amerika yerlilerinin çoktanriciliklarinin adidir.

Paganlar
...Çogu zaman Cadi ve Wiccan kavramlari birbiriyle karistirildigi için, çogu insan degisik inanç sistemlerine tanidik olmayanlarla konusurken kendini "pagan" ya da "neo pagan" olarak adlandirir. Çözülemeyen bir din olarak adlandirilan Wicca, kendi içinde çesitli rütbe ve dereceleri olan bir inanç sistemidir. Burada anlatilmak istenen, mesela her Hiristiyan' in Katolik ya da Protestan olmamasi gibi, her pagan da Wiccan degildir. Neo pagan genelde toprak bazli inanç sistemlerini takip eden insanlari tanimlamak amaçli kullanilir.

Cadilar ve Engizisyon

Sinemaya da aktarilan Umberto Eco' nun Gülün Adi adli romaninin yedinci bölümünde rahip Jorge, Kilisenin felsefesini su sözlerle dile getirir: "Kilise Kanununun adi Tanri Korkusudur. Halk devamli korkmalidir ki Tanrinin gölgesi olan Kilise ayakta kalabilsin." Bu sözler ayni zamanda Engizisyonun temelini de olusturur. Engizisyon bu amaçla kurulmus ve görevini de yillar boyunca acimasizca yerine getirmistir. Engizisyon' un en çok hismina ugrayanlarsa cadilardir.
Aslinda cadiligin kökünde, Avrupa' ya kuzeyden gelen barbar kavimlerin dogaya ve bilinmeyene olan tutkusunu bastirarak halki batil inançlarla korkutmak isteyen Kilise' ye karsi bir protesto vardir. Bu protesto en çok Ingiltere adasinda kendisini göstermis ve halkin yogun tepkisiyle buraya Engizisyon girememistir. Günümüzde bu Witch kültü, bati Avrupa' da Hiristiyanliga karsi pagan dinlerin yeniden ayaklanisi anlamindadir. Murray' in 1921' de yayinlanan The Witch-Cult in Western Europe adli arastirmasinda, cadilarla cinler arasindaki baglanti söyle tanimlanmistir: "Bir zamanlar Avrupa' da yasayan cüce irktan çok az elle tutulur bakiye kalmistir günümüze.

Ama bu irk cinler ve perilerle ilgili birçok hikayede varligini koruyabildi. Her yedi sende bir insani kurban etmelerinden baska bunlarin dini inançlari ve gelenekleriyle ilgili bir bilgimiz yok. Cadilarin, bu periler olarak bilinen irk ile güçlü bir baglantisi oldugu kesindir. Tahminimce üç yüz yil öncesine kadar, peri irkina bagli gelenekler devam etmistir ve bu gelenekleri sürdürenlere de cadi (Witch) denmistir." Fakat, Engizisyon papazlari böyle düsünmemislerdir. Cadilikla suçlanan kisinin içine girdigi varsayilan cinleri çikarmak için önce ellerini ayaklarini mengenelerle sikistiriyor, sonra kollarindan ve bacaklarindan geriyor ve sonunda cadinin iyice kurtulabilmesi için onu bir direge baglayarak diri diri yakiyorlardi. Cadilikla suçlanmak için de öyle olaganüstü bir sebebe gerek yoktu. Örnegin birinin yüzünde, kolunda veya kaba etinde belirgin bir beni veya ten lekesi varsa bu isaret o kisinin Seytan' la isbirligi yaptigina kesin bir kanit sayilirdi. Ormanda biraz fazla dolasip yabani bitkileri toplayarak sebze çorbasi yapan kadinlar da emri altindaki cinlere ziyafet vermekle suçlanip alelacele Engizisyon heyetinin karsisina çikariliyorlardi. Eger bir kadin kilisedeki ayin sirasinda esnerse, kutsal sözleri duyan içindeki cinin kaçmak için agzindan çikmaya çalistigi düsünülürdü. Cinlere karisan genç kizlarla ilgili ilginç bir olay da 1692 yilinda, ABD' nin Massachusetts eyaletinin Salem kasabasinda meydana gelmistir. Ann Putnam, Marry Wadden ve diger kizlarin garip iddialarla ortaligi ayaga kaldirmalari sonucunda, bir tür Engizisyon mahkemesi kuruldu ve yobazlar kisa zamanda kasabada dehset verici bir cadi avina giristiler. Yillar sonra her seyin bir düzmece oldugu anlasildiginda ise çoktan is isten geçmisti. 1487 yilinda yazilan bir kitapta cadilarin nasil meydana çikarilacagi ve cinlerle iliski kurduklarini itiraf etmeleri için hangi iskencelerin yapilacagi genis bir sekilde anlatilmaktadir. Malleus Maleficarum (Cadilarin Balyozu) adli bu üç ciltlik eserin "Acaba cinler kendi baslarina kötülük yapabilirler mi, yoksa illaki bir cadinin yardimina mi gerek duyarlar?" adli bölümünde su görüse varilir; "Tanri' nin kullari olmaksizin da cinlerin etkisi vardir. Ama, bir yerde cinler faaliyet gösterecekse, orada mutlaka kendilerine yardim etsin diye birisini bulup kandirirlar ve onun vasitasiyla kötülüklerini daha etkili bir biçimde yayarlar. Bu yüzden, cinlerle ilgili bir olaya tanik olan iyi bir Katolik, çevresindekileri dikkatlice incelemeli ve kimin cadi oldugunu tahmin edip yetkililere hemen bildirmelidir." Yazar, nedense aklini kadinlara fazlasiyla takmisti. Cadilarin kesinlikle kadinlarin içinden çiktigina inaniyordu. 1631 yilinda yazilan Cautio Criminalis adli eserde ise bütün bu kepazeliklerin din adina yapilmasinin utandirici oldugu belirtilmekteydi. Bir dedikodu yüzünden cadi diye damgalanan kadinlari çirilçiplak soyup en mahrem yerlerine kadar inceledikten sonra öldüresiye iskence yapmanin ilahi adaletle bir ilgisi olmadigi da bu kitapta savunulmaktadir.

Sebt Günü ve Kutlamalari

Hz. Musa' ya bildirilen On Emir' den biri olan, Yahudilerin dinlenmek zorunda olduklari haftanin yedinci günü literatürlerde "Sabbat" olarak adlandirilir. Bu ayrica büyücülerin Seytan' in baskanliginda yaptiklari varsayilan gece oturumlarinin da adidir. Günümüzde ise bu kelime Sebt olarak degistirilmistir. Sebt gününün devamliligi hakkinda degisken düsünceler vardir ama cadiligi kanitlanmis biri 10000 civari bir katilim oldugunu söylemistir. Rivayete göre cadilar sebt gününe, vücutlarina havada uçmalarini saglayacak özel bir krem sürerek ya da seytanin sagladigi keçi, köpek veya oglak gibi bir hayvanla giderlermis. Bu konuda en bilinen ve ünlü yerler Almanya?da Harz daglarindaki Brocken kasabasi, Rusya?da Kiev yakinlarindaki Bald daglari, Isveç?te Blocula, Fransa?da Auvergne? de Département du Puy-de-Dôme?dir. Alisilmis tarihler olarak ise May Day arifesi (30 Nisan), ve All Hallows Eve (31 Ekim), ve 2 Subat kis, 23 Haziran ilkbahar, 1 Agustos yaz, 21 Aralik sonbahar mevsim festivalleri bilinir. Arastirmacilar tarafindan ortaya çikarilan Sebt günündeki olaylar Seytan?a sihirli surup içirmek, onu kuyrugunun altindan öpmek, dans etmek, ziyafet vermek, gelişigüzel eğlenmek ve ayinler şeklindedir.

Yazan: TOLES
˙Her Hakkım Saklıdır®™

13 Haziran 2006 Salı

Üzerinde Yaşadığın Bu, Aziz Toprak İçin?



Üzerinde Yaşadığın Bu, Aziz Toprak İçin?

Vatan Nedir?
Hiç Sordun Mu Kendine?
Sahip Çıktın Mı,
Milletine, Devletine?

Hep Çalıştın, Kazandın, Harcadın
Kendin İçin, Ailen İçin.
Ne Yaptın Şimdiye Kadar Sen?
Üzerinde Yaşadığın Bu, Aziz Toprak İçin?

NOT: Bu şiirim Türkiyemizi kendine Vatan sayan ve üzerinde yaşayan bütün herbir kimseye benim tarafımdan yazılmıştır.

Yazan: TOLES
˙Her Hakkım Saklıdır®™