Bu Blogda Ara

26 Şubat 2007 Pazartesi

Hocalı Katliamının 15. Yıl Dönümü




Hocalı Katliamının 15. Yıl Dönümü


26 Şubat günü Türk Dünyası ve Azerbaycan için en acılı günlerden biri olmanın yanısıra aynı zamanda insanlık tarihi için de kelimenin tam anlamıyla siyah bir sayfadır. Bundan 15 yıl önce, yani 26 Şubat 1992'de
Azerbaycan'ın Hocalı kentinde sivil halka karşı Ermeniler tam anlamıyla bir katliam yapmışlardır.
Bugün sözde soykırım iddialarıyla Türkiye'yi suçlayan Ermenistan'ın Devlet Başkanı Robert Koçaryan'ın direktifleri doğrultusunda Ermeniler Azerbaycan'ın Karabağ bölgesinde 7 bin kişilik nüfusa sahip ve coğrafi konumu itibariyle bölge için stratejik önemi olan Hocalı kentini ele geçirmek için 25 Şubat gecesi katliam gayesiyle harekete geçmiştir.
Hocalı'nın işgali sonucu sivil, eli silahsız, Azerbaycan Türkleri çocuk, kadın, ihtiyar ve genç ayrımı yapılmadan Ermeniler tarafından katledilmiştir. Resmi verilere göre, o gece 613 kişi hunharca katledilmiş; bunlardan 83 çocuk, 106 bayan acımasız yöntemlerle işkence yapılarak öldürülmüştür. Ayrıca, 487 kişi ağır yaralanmış ve 1275 kişi ise rehin alınmış, geri kalan nüfus da bin bir zorlukla caninin kurtarmıştır. 26 çocuk tamamen ve 130 çocuk ise kısmen öksüz kalmıştır. Ermeniler şehitleri özel acımasızlıkla, gözlerini oyularak, kafataslarının derisini soyarak ve vücutlarının farklı organlarını keserek öldürmüştür. Küçücük çocukların gözleri oyulmuş, hamile kadınların karınları yırtılmış ve insanlarımız diri diri toprağa gömülmüştür. Hatta şehitlerin bir çoğunun cesetleri yakılmıştır.


Ulu Tanrı! Keç babalarımızın günahından!Keç babalarımızın, atalarımızın günahından. Çöreyini öz ağzından kesib yağılara çörek vermiş, torpağından kesib düşmene torpaq vermiş, onu kirve eleyib süfresinin başında oturtmuş beynelmilel, kommunist, kosmopolit atalarımızı bağışla!..Ulu Tanrı! Yad qadınların hiyleger işvesinden xumarlanıb qanımızı qanına qatmış kişilerimize göre bizi imtahana çekme! Düşmen gizlince qılıncını itileyerken mürgü vurmuş xalqımızın başbilenlerinin günahını, yükünü bu gün biz çiynimize götürmüşük, İlahi! Gelecek nesillerin, neve-neticelerimizin emin-amanlığı üçün bu gün biz qan axıdırıq. Onları yaşatmaq üçün biz ölürük...İlahi, keç babalarımızın, atalarımızın günahından. Bugünkü neve-neticelerin qanlarının axıdılmasında teqsiri olmuş, aldanmış babalarımızın, atalarımızın sehvlerini biz bağışlayırıq, sen de bağışla, Ulu Tanrı!... Bu xalqı unutqanlığı üçün efv et, ona düşmene qarşı qezeb, kin ver!Ulu Tanrı!... Bizi imtahana çekmeyin bes deyilmi?! Meger ağlımız başımıza gelmeyibmi?!..”



Netice olarak aynı Tarih tekerrür ettirilmiştir. Bi r önceki tarih tekerrür etmeden önce ÇUKUROVA Ermeni OYUNLARI ve Ayaklanmaları tertiplenmiş ve tıpatıp benzer olaylar vukuu bulmuştur ki bu olayların ardından aynı Azerbaycan'da olduğu gibi Ayaklanmalar sonucunda Osmanlı İmparatorluğu yıkılma eşşiğindeyken Ermeni Komitacılarına ve onların Ağababalarına ile Akil hocaları Kuva-i Milliye daha oluşmadan bölgesel çapta örgütlenmelere gidilerek ki bunların başını Yörük Türkleri çekmektedir hiçbir karşılık gözetmeksizin farkında olmadan yeni bir ülkenin doğuşunun ilk ayağını yada basamağını yada direğini oluşturmuşlardır ve örgütlenmişlerdir ama bunun yanında çok değerli vatan topraklarımızı Bugün kü Türkiyemizin dışarısında bırakmak zorunda kalmışızdır.

Atalarımızın ve Şehitlerimizin Ruhları Şad olsun kabirleri nurla dolsun, TANRI TÜRK'Ü KORUSUN!!!

AMİN.

Yazan: TOLES
˙Her Hakkım Saklıdır®™

18 Şubat 2007 Pazar

İNTİKAM TARİHİ !!!


İNTİKAM TARİHİ!

CHP’li Karademir, Turizm Bakanı Koç’a sordu: Akdamar Ermeni Kilisesi’nin açılış tarihinin 24 Nisan olarak belirlenmesi tesadüf mü?

Soru önergesi verdi

Ermenİler’in, 24 Nisan’ı sözde soykırımı “anma günü” olarak belirlediğini hatırlatan CHP İzmir Milletvekili Erdal Karademir, restorasyonu biten Akdamar Kilise’sinin açılış tarihinin de aynı güne denk getirilmesini Meclis’e taşıdı.

Birisi tavsiye etmiştir
Karademİr, Kültür Bakanı Atilla Koç’a, “24 Nisan’ın belirlenmesinde başka ülkelerin size bir tavsiyesi oldu mu?” diye sordu. Bu arada, kilisenin restorasyon işini üstlenen firmanın sahibi Cahit Zeydanlı ise, çalışmaların tamamlandığını açıkladı.

Zeydanlı, “Tutanak tutuldu, geçici kabul resmen yapıldı. Kiliseyi bugün bile açabilirler” dedi. Öte yandan, Ermeni Patriği Mesrob Mutafyan’ın da açılış tarihinin 24 Nisan’a denk getirilmesinden çok rahatsız olduğu bildirildi.

Türkiye Ermeni Patriği Mutafyan, restorasyon sırasında sık sık Van’a gidip firma sahibi Cahit Zeydanlı’dan bilgi almıştı.

Akdamar Ermeni Kilisesi’nin açılış tarihini Meclis gündemine taşıyan CHP’li Karademir, sözde soykırımı “anma günü” olan 24 Nisan’ın seçilmesinin tesadüf olup olmadığını sordu

Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç’un, restorasyon çalışmaları biten Van Akdamar Ermeni Kilisesi’nin, 24 Nisan tarihinde açılacağını açıklaması tartışmalara neden oldu. Konuyu Meclis gündemine taşıyan CHP İzmir Milletvekili Erdal Karademir, Bakan Koç’un cevaplaması istemiyle Meclis Başkanlığı’na verdiği soru önergesinde şu soruyu sordu: “Kültürel zenginlik ve kültürel varlık olarak gördüğümüz Ermeni Kilisesi’nin açılış tarihinin 24 Nisan olarak belirlenmesi AKP hükümetinin politikasının bir sonucu mudur, yoksa bir tesadüf müdür?”

Kaynağını açıklayın
24 Nisan tarihinin, Ermeniler tarafından sözde soykırımı “anma günü” olarak belirlendiğini ve her yıl bu tarihte dünyanın her tarafında etkinlikler yapıldığını hatırlatan Karademir, kilisenin açılış tarihinin belirlenmesinde başka ülkelerin tavsiyesinin olup olmadığını sorusunu da yöneltti. Önergede “Olmuş ise, bu ülkeler hangileridir” sorusu da yer aldı. Bakan Koç’a, “Ermeni Kilisenin restorasyonuna ilişkin olarak Ermenistan Devleti ile görüşmelerde bulunulmuş ve yardım alınmış mıdır? Görüşmelerde bulunulmuş ise, bu ilişki hangi düzeyde gerçekleşmiştir?” sorusunu da yönelten Erdal Karademir, kilisenin restorasyonu için ayrılan kaynağın nasıl ve nereden karşılandığının da açıklanmasını istedi.

Bugün bile açılabilirBu arada, Kilisenin restorasyon işini üstlenen firmanın sahibi Cahit Zeydanlı ise çalışmaların tamamlandığını açıkladı. Cahit Zeydanlı, “Tutanak tutuldu, geçici kabul resmen yapıldı. Bizim işimiz bitti. İsterseler kiliseyi bugün bile açabilirler” dedi. Öte yandan, Ermeni Patriği Mesrob Mutafyan’ın da açılış tarihinin 24 Nisan’a denk getirilmesinden çok rahatsız olduğu bildirildi.Türkiye Ermeni Patriği Mutafyan restorasyonu yakından takip etmişti.


NOT: ALINTIDIR.


Yazan: TOLES
˙Her Hakkım Saklıdır®™

ATATÜRK HAKKINDA AŞAĞIDAKİLERDEN HANGİSİNİ BİLİYORSUNUZ ?


ATATÜRK HAKKINDA AŞAĞIDAKİLERDEN HANGİSİNİ BİLİYORSUNUZ

* Atatürk'ün dünyada 'başöğretmen' sıfatlı tek lider olduğunu (41 Kişi - %50,00)

* Bir geometri kitabı yazdığını. Üçgen, açı, dikdörtgen gibi ve 48 tane geometri teriminin

(Türkçe) isim babasını bu yazdığı kitapla bizzat Mustafa Kemal olduğunu (31 Kişi - %37,80)

* Bir röportajda "Birleşmiş Milletlere üye olmayı düşünüyor musunuz?" diye sorulur,

Atatürk:"Şartlarımızı koyarız, kabullerine bağlı. Biz müracaat etmyiz üye olmak için. Davet

gelirse düşünürüz." BM yasasını değiştirir ve ilk davet edilen ülke biz oluruz. (25 Kişi -

%30,49)

* Yıl 1938, General McArthur'un en zor, en önemli, en buhranlı dönemi. Birden çok sıkılır ve

yanında duran yüz yirmiden fazla kişiye döner ve aynen şöyle der: "Şu anda hiçbirinizi

değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" ( 21 Kişi - %25,61)

* Yıl 2000, ABD Başkanı'nın milenyum mesajından bir alıntı: "Bugün milenyumun hiç şüphe

yoktur ki tek devlet adamı Mustafa Kemal Atatürk'tür. Çünkü o yılın değil asrın lideri

olabilmeyi başarmış tek liderdir." ( 20 Kişi - %24,39)

* Yıl 1938, Ata'nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiir'den alıntı: "Allah bir

ülkeye yardım etmek isterse onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider

getirir." (18 Kişi - %21,95)

* Norveççe'de 'Atatürk gibi olmak' diye bir deyim olduğunu ( 16 Kişi - %19,51)

* Kurtuluş Savaşı'nda rütbe alan birçok kadun askerlerimiz var. Ama dünya tarihine geçen tek

bir üsteğmenimiz var; 700 erkek, 43 kadından oluşan bir müfrezenin reisliğine bizzat Atatürk

tarafından atanmış Üsteğmen Kara Fatma (15 Kişi - %18,29)

* 'Atatürk Çiçeği'nin adını, çiçeği bulan Wanderbit Üniversitesi profesörlerinden doktor

Kirk Landon'ın koyduğu ve bu çiçeğin tüm dünyada bu isimle üretilip satıldığını ( 15 Kişi -

%18,29)

* Yunan başkomutanı Trikopis'in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet Bayramında

Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk'ün resminin önüne geçtiğini ve saygı

duruşunda bulunduğunu ( 15 Kişi - %18,29)

* 'Mimber' adında bir gazete çıkarttığını ve 52 sayı yayımlanan gazetede ilk defa sansür

kelimesi geçtiğini ( 13 Kişi - %15,85)

* Yıl 1996, Haiti Cumhurbaşkanı vasiyetinde mezar taşına yazılmasını istediği metni

bırakmıştır. Diyor ki: "Bütün ömrüm boyunca Türkiye'nin lideri Mustafa Kemal Atatürk'ü

anlamış ve uygulamış olmaktan dolayı mutlu öldüm." ( 13 Kişi - %15,85)

* Yıl 2005, Amerika'nın en ünlü ekonomistlerden birisi olan Mr.Johns'un önerisi " Türkiye

ekonomiyle savaşta bir terk Atatürk'ü örnek alsın yeter." ( 12 Kişi - %14,63)


"Milletimi şimdiye kadar söylediğim sözlerle ve hareketlerimle aldatmamış olmakla gurur

duyuyorum."

M.Kemal ATATÜRK

NOT: Araştırmacı Yazar İlknur Güntürkün Kalıpçı'nın 'İçimizden Biri Atatürk' adlı yazısından alıntıdır.

Yazan: TOLES
˙Her Hakkım Saklıdır®™

"YAŞAR KEMAL DİYOR Kİ: BÖLÜCÜ DEĞİL AYDIN İNSANLAR VAR."



"YAŞAR KEMAL DİYOR Kİ: BÖLÜCÜ DEĞİL AYDIN İNSANLAR VAR."

’Bölücünün adını aydın koyduk’ deseydi Yazar Yaşar Kemal’in "Türkiye Barışını Arıyor" toplantısında dile getirdiği "gerillanın adını terörist koyduk" şeklindeki sözlerine tepki geldi.
Hukukun Egemenliği Derneği Başkanı Erdem Akyüz, Yaşar Kemal’i Nobel Ödüllü Orhan Pamuk’a benzeterek, "Yaşar Kemal’in hakkını yemişler. Zira o da Orhan Pamuk’a benzer sözler söylüyor ama hálá Nobel vermediler" dedi. Akyüz, "Bu zatı muhterem, toplantıda ’Gerillanın adını terörist koyduk’ demiş. Aslında ’Bölücünün adını aydın koyduk’ demesi gerekirdi. Türk halkı, kimin ne aradığını iyi biliyor. Arayan bulacaktır" dedi. Erdem Akyüz, iki gündür Ankara’da yapılan toplantı için "Bir takım vasıfları ile tanınan, bir kısım aydınlar ’lüks otel lobilerinde kaybettikleri barışı’ arıyorlar" tanımlaması yaparak, sözlerini şöyle sürdürdü: "Güneydoğu’da, Mehmetçik -30 derecede sınır beklerken, bu kişiler Ankara’da sıcak otel salonlarında, Mehmetçiğin adını hiç ağızlarına almıyorlar. Mehmetçik sınırda bir bardak sıcak çay ararken; bunlar salonda barış, lobide viski arıyorlar. Lolita dedikleri kızlarla evleniyorlar yada evleniyorlar. Meshepleri okadar geniş ki kendi grup , mezhep, örgüt, toplum yada aydınlar arası kız alış verişleri serbest ki şuandaki hükümetle çok örtüşüyorlar hem konuşmaları hem de davranışları haydi hayırlısı gelecekte bir gün gelecek ama onlar bakalım o geleceği görebilecekler mi mechul Allah'a ediyoruz artık saygılarımla."


BY_FEi


Yazan: TOLES
˙Her Hakkım Saklıdır®™

BİR NAZİ SUBAYININ ANILARINDAN "ÜÇ RENKLİ BAYRAK KÜRTLERE HEDİYEMDİR"



BİR NAZİ SUBAYININ ANILARINDAN "ÜÇ RENKLİ BAYRAK KÜRTLERE HEDİYEMDİR"

KIRMIZI ve YEŞİL renkler, BEYAZ renk ile birlikte, Türk tarihinin derinliklerinden süzülerek gelmiş ve Osmanlı Devleti'nin sonuna kadar hükümranlık renkleri olarak kullanılmıştır. Kıyafetlerde ve sembollerde ise, bu üç renk bütün Türkiye'de bugün de çok yaygın olarak kullanılmaktadır.

Durum böyle iken, son yıllarda sarı, kırmızı ve yeşil üçlüsünün ülkemizde bölücülük simgesi olarak kullanıldığı hayretle görülmüştür.

Tabiî, söz konusu üç rengin Türkiye'de bölücü bir terör örgütü tarafından bölücülüğün simgesi olarak takdim edilmiş olması, terör örgütünün bu renkleri nasıl bir araya getirdiği, neden bu renkleri benimsediği, nasıl benimsediği ve terörist bölücü çevrelerde bu renklerin ne zamandan beri kullanılmaya başladığına dair, zihinlerde birtakım soruların oluşmasına da
neden olmuştur.

Elbette bizim zihnimiz de bu sorular ile meşguldü. Derken, günün birinde, belki de yayınlayanlarının bile yaptıkları işin pek farkına varmadan yayınladıkları, bir NAZİ Subayı'na ait anılar, bizim zihnimizdeki soruların cevaplarını ortaya koyuverdi.

Söz konusu anılar, Yeni Ufuk Gazetesi'nin 18 ve 19 Haziran 1997 tarihli nüshalarında, "Kuzey Irak'ta Bir Nazi: Hitler'in Petrol İçin, Kürt Devleti Pazarlığı" ve "Almanların Bitmeyen Kürt İlgisi" başlıklarıyla yayınlandı. Anılar, Godfried Johannes Müller adlı bir Nazi subayına aitti.

Anıların ele aldığı konu kısaca söyledir:

22 Haziran 1941'de Almanya, üçbuçuk milyon askerle Sovyetler Birliği'ne saldırdığında, Hitler ordularının hayatî ihtiyacı olan petrol, bu ülke topraklarından sağlanmaya başlanmıştır. Çünkü, daha önce ele geçirilmiş olan Romanya'daki petrol yatakları ile Almanya'daki kömür madenleri, Hitler Almanyası için hem verimsiz hem de yetersizdir.

Öte yandan, Alman orduları kısa bir süre sonra Sovyet topraklarından çekilmek mecburiyetinde kalınca, petrol sıkıntısı daha ileri boyutlarda hissedilmeye başlar. Bu sırada, istihbarat subayı Godfried Johannes Müller ve arkadaşları, Almanya'nın yeni petrol kaynakları bulması gerektiği inancıyla kafa yormaktadırlar. Akıllarına, Şeyh Mahmud Berzencî ve Molla Mustafa Barzanî'nin Kuzey Irak'ta İngilizler'e karşı ayaklanma istekleri gelir (o sırada Irak İngiliz yönetimi altındaydı) ve Kuzey Irak'a dikkatlerini çevirirler. Bu, İngilizlerin kontrolündeki zengin petrol kaynaklarına, yani Kerkük ve Musul petrollerine yönelmek demektir.

Müller, düşüncelerini bir raporla Adolf Hitler'e aktarmak imkânı bulur.

Raporunda, Kuzey Irak'ı ve burada yaşayan aşiretleri iyi tanıdığını ve izin verilmesi durumunda bölgeye giderek burada, İngilizler'e karşı bir Kürt ayaklanmasını örgütleyebileceğini bildirir.

Müller, Kürtler'in İngilizler'e düşman olduğunu; burada başlayacak bir ayaklanma ile hem petrol kaynaklarına sahip olunabileceğini hem de ayaklanmanın İran'daki Kürt bölgesine sıçraması durumunda, Alman ordusunun Kafkaslardan, Sovyetler'e karşı ikinci bir cephe açma şansı bulacağını belirtir. Ayaklanma sırasında elverişli bir yere havaalanı inşa edilebileceği ve Alman paraşütçülerinin bu sayede bölgeye daha rahat ulaşabileceği de raporda yer alıyordu.

Hitler, Müller'in raporunu okuyunca keyiflenir ve "ivedi" kaydıyla raporu Genelkurmay Başkanı Wilhelm Kietel'e havale eder. Kietel de plânın derhal uygulamaya geçirilmesini emreder.

Müller vakit geçirmeden Kuzey Irak'a havadan inecek ekibi oluşturmaya ve gerekli malzemeyi derlemeye başlar. O, grubunu Arapça, Farsça ve Kürtçeyi iyi bilenlerden oluşturmak istemektedir.

Nitekim, grubun üyelerinden biri olan Hofman, Orta Doğu uzmanı idi ve Tahran'da da üniversite hocalığı yapmıştı.

Bir diğeri, Orta Doğu'yu çok iyi bilen Konechin adında Polonya kökenli bir subaydı.

Ama bu ekibin, söz konusu harekât için bir Kürd'e de ihtiyacı vardı. Kuzey Irak'ı ve Kürt aşiretlerini iyi bilen, bölgede
düşmanlıkları olmayan biri seçilmeliydi. Sonunda, aranan vasıflarda biri bulunur. Bu zat, Nafi Remzi Reşid'dir.
Reşid, Kuzey Irak'ın büyük aşiretlerinden birine mensuptur, Amerika Birleşik Devletleri'nde öğrenim görmüştür.

Müller, Nafi Remzi Reşid ile İstanbul'da tanışır. Bu yıllar Alman casuslarının Türkiye'de cirit attıkları yıllardır. O, plânının Remzi tarafından bilinmesinde sakınca olmayan yanlarını ona heyecanla anlatır.

Sonunda ikisi, Kuzey Irak petrolüne karşılık o bölgede bağımsız bir Kürt devleti kurmak şartıyla anlaşırlar. Buna göre Kuzey Irak Kürtleri Almanlara petrol verecek, bunun karşılığında da, İngilizler bölgeden kovulunca burada bir Kürt devleti kurulacaktı.

Bundan sonra Müller ve ekibi Almanya'nın dağlık bölgelerinde eğitime başlarlar. Hazırlıklar bitince de o sırada Almanların işgalinde bulunan Kırım'a gidip buradan bir uçak ile Kuzey Irak'a geçerek paraşütle Hakurk vadisine ineceklerdir.

1943 yılı Haziran ayında bir gece vakti, Kürt giysileri giyen ve sahte Irak kimlikleri taşıyan Almanlar, Remzi ile birlikte Karadeniz semalarından geçip Kuzey Irak'a ulaşırlar. Hemen Remzi'nin ailesinin ve aşiretinin bulunduğu Erbil şehrine gitmeye karar verirler.

İngiliz devriyelerinin kontrolündeki yerlerden geçerek Erbil yakınlarındaki Kasr-ı Atevlaha bölgesine ulaşmayı başarırlar. Burası Remzi'nin aşiretinin kontrolü altındadır. Ne var ki, aşiretin önde gelenleri Almanlara yardım etmeyeceklerini söylerler. Çünkü, İngiliz istihbarat birimleri harekâttan, daha başlamadan önce haberdar olmuşlardır ve Almanları Erbil civarında aramaktadırlar. Artık yapılabilecek fazla bir şey kalmamıştır. Bu defa Kuzey Irak'tan kaçış plânları yapmaya
başlarlar.

Ancak, başlarına konan 1000 dinar ödülü almak isteyen bir Kürt tarafından ihbar edilerek yakalanırlar, tutuklanırlar. Önce Bağdad'a, oradan da Mısır'a götürülerek sorgulanırlar. Ağır işkenceler gören Remzi aklını yitirir. Müller'in esareti ise 1947'de sona erer ve Almanya'ya döner. Kendi ülkesinde de bir süre tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakılır. Müller,
tutuklu kaldığı sırada bir İngiliz subayından, Londra'nın bu operasyonu, harekete geçmelerinden iki hafta önce haber aldığını öğrenir. Müller'e göre Kırım'dan bindikleri uçağın pilotu da İngiliz ajanıydı.

Yukarıda özet olarak anlattığımız olaylar zinciri içerisinde, konumuz olan "üç renkli bayrak" olayına gelince, bununla ilgili ayrıntıyı, maceracılıktan Nazi istihbarat subaylığına geçmiş olan Godfried Johannes Müller'in ağzından dinleyelim:

"O sırada Molla Mustafa Barzanî ve Şeyh Mahmud Berzencî'nin İngilizlere karşı ayaklanma düşünceleri vardı. Bunlar ayaklandıktan sonra biz de petrolleri Alman ordusuna gönderebilecektik. Ayaklanma başladıktan sonra, Alman ordusu Kürtlere yardım edecekti. Orada bir havaalanı yapılacaktı. Buraya gelen paraşüt birliği ile Bakü önlerindeki Alman ordusu daha da
güçlendirilecekti. Böylece hem Kuzey Irak petrollerine hem de Bakü petrollerine daha rahat ulaşacaktık".

Kendisine,

"Remzi ile birbirinize ihanet etmeme konusunda yemin ettiğinizi anlattınız. Siz, Alman bayrağı üzerine, Remzi de Kürt bayrağı üzerine yemin etmiş. Kürt bayrağının öyküsünü anlatır mısınız?"

şeklindeki bir soru üzerine ise Müller, anılan bayrak ve renkler hakkında şunları
söylemektedir:

"Berlin'den hareket etmeden önce ilk eşime, Kürtlerin bir sembole ihtiyacı olduğunu söyledim. Operasyondan önce Remzi ile, birbirimize ihanet etmeyeceğimize ve hep sadık kalacağımıza dair yemin ediyorduk. Ben, Alman bayrağına el basarak yemin ettim. Remzi'nin ise el basacak bir bayrağı yoktu. Bu sırada aklımıza geldi. En güzel renkler kırmızı, yeşil ve beyazdı
bana göre. Kürt bayrağındaki renkler Kürtlere yakışır renkler olmalıydı. Bayraktaki kırmızı, yeşil ve beyaz renkleri bu düşünceden yola çıkarak koydum... Remzi ile birlikte şekillendirdik bu bayrağı. Bayrak benim Kürtlere en büyük hediyemdir. Uçaktan atlarken yanımızda bu bayraklar da vardı. Sonra onları buldular. Ama güzel olan, unutulmadı. Başkaları da
kullandı".

Evet, Nazi istihbarat subayı Godfried Johannes Müller'in Kuzey Irak macerası dolayısıyla Kürt bayrağı konusunda söyledikleri kısaca bunlardır.

Şimdi, bu macerayı öğrendikten ve Müller'in bayrak ve renkler hakkında söylediklerini dinledikten sonra, aşağıdaki hususlara da mutlaka işaret etmeliyim.

a - Görüldüğü gibi Almanya'nın Kuzey Irak'la daha doğrusu Kürtlerle ilgisi, aslında bölgenin petrol zenginliğine olan bir ilgidir. Ekonomik ve buna bağlı siyasal çıkar hesapları sonucu ortaya çıkan bir ilgidir. Hiç süphe edilmemelidir ki bugün de başta Almanların bölücü terör örgütünün kendi ülkesindeki teşkilâtları olmak üzere, ülkemizdeki bölücü hareketlerle
ilgilenmesinin altında yatan gerçek de aynı gerçektir. Yani, adam Kuzey Irak petrolüne, o arada Bakü petrolüne göz dikecek ve bunlardan öyle veya böyle çıkar elde etmek için bölge insanları üzerinde oyunlar oynayacak.

Aslında Almanların II. Dünya Savaşı yılları ile sınırlı kalmayıp, günümüzde de sergilenmekte olan bu tip oyunları, bölgede ekonomik ve siyasal çıkar peşinde olan bütün dış güçlerin gizli veya açık politikalarının ana etkenini oluşturmaktadır. Ülkemizde yıllardır kan dökmekte olan bölücü terörü öyle veya böyle, açık veya kapalı kışkırtıp, besleyenler de işte bu
mihraklardır.

b - Nazi subayı Müller acaba gerçekten kırmızı, yeşil ve beyaz renkler üçlüsünden oluşan bir Kürt bayrağını, söylediği gibi kendiliğinden mi düşünmüştür, yoksa; yukarıdan beri kaynaklara dayanarak açıkça ortaya koyduğumuz üzere, tarihî Türk geleneğindeki beyaz, kırmızı, yeşil (ve sarı) tercihinden mi herhangi bir şekilde etkilenmiş veya esinlenmiştir? Çünkü,
Birinci Dünya Savaşı başta olmak üzere Almanya ile Osmanlı Devleti arasındaki sıkı ilişkiler ve işbirlikleri, söz konusu yeşil, kırmızı ve beyaz renkler üçlüsünün alınarak "Kürt bayrağı" adı altında bir araya getirilmiş olmasında, Osmanlılardan esinlenilmiş olması ihtimali çok kuvvetlidir.

c - Görüldüğü gibi Müller'in hazırladığı ilk Kürt bayrağı kırmızı, yeşil ve beyaz renklerden olmuşmakta olup, meydana getiriliş yılı da 1943'tür. Demek ki bu tarihe kadar Kuzey Irak'ta da dünyanın başka herhangi bir yerinde de bir Kürt bayrağı olmamıştır. Değilse Müller'in Remzi için bir bayrak uydurması söz konusu bile olmayacaktı.

d - Daha sonraları, muhtemelen yine Müller gibi birileri, bu bayrağın renklerinden yeşil ve kırmızının yanına, beyazı değil sarıyı alarak bir bayrak biçimine getirmişler ve bölücü terör örgütünün eline tutuşturuvermişlerdir. Terör örgütü de, benimsediği Marksist ideolojinin sembolü olan orak-çekiç ile veya kızıl yıldız ile bu renkleri kullanarak ülkemizde bir bölücülük simgesi gibi ortaya çıkarmıştır. Bu tip bir bölücülük simgesinin ortaya çıkışı ise 1943'ten epeyce sonra ve ancak
1970'li yıllardır. Yani, sarı, kırmızı ve yeşil renklerden oluşan bir bayrağı hükümranlık bayrağı ve devlet başkanlığı forsu olarak kullanan Osmanlı Devleti'nin yıkılmasından yaklaşık 50 yıl sonra.

e - Hatta daha sonraları, Kuzey Irak'taki bazı Kürt grupları da, muhtemelen bölücü terör örgütünün etkisinde kalarak, bayraklarını sarı, kırmızı ve yeşil renklerden oluşacak tarzda düzenlemişlerdir. Bunlar, bu üç rengi enlemesine üç geniş şerit halinde yan yana getirdikten sonra, ortada bulunan sarı şeridin tam ortasına bir de beyaz güneş şekli koymak suretiyle, dört renkli yeni bir şekil meydana getirmişlerdir. Böylece bir anlamda Nazi subayı Müller'in bayrağı ile bölücü terör örgütünün bayrağı, tek bir şekilde birleştirilmiştir.

f - Görüldüğü gibi bu oluşumların hepsi, nihayet kırk-elli yıllık bir geçmişin oluşumlarıdır. Yani, Türk tarihinin başlangıcından beri millî semboller olarak ve daima millî birlik ve beraberliğimizin simgesi olarak kullanılmış olan sarı, kırmızı ve yeşil renkler, bir bölücü terör örgütünün elinde, bölcülüğe alet edilmek istenmiştir.

g - İşin bir başka yanına gelince, maalesef Türk halkı, sarı, kırmızı ve yeşil renklerin bizim tarihimizde oynadığı rolü tamamen unutmuştu. Oysa, söz konusu renklerin Türk tarihindeki anlam ve öneminin, hiç değilse eğitim ve kültür programlarımız aracılığıyla unutturulmaması gerekirdi. Ama, maalesef bunları unutmuş olan halkımız, söz konusu renklerden oluşan böyle bir
bayrağı görünce, bunu bölücülüğün bir simgesi gibi öğrendi ve her yerde ona göre tavır almaya veya tepki göstermeye başladı. Hatta, başta tarihî mehter takımımızın renkleri olmak üzere, pek çok yerde bu üç rengi yan yana getirmemeye veya birlikte kullanmamaya özen gösterir oldu.

Halbuki bu tavır fevkalâde yanlıştır.

Sarı, kırmızı ve yeşil renkler, gerek ayrı ayrı, gerekse ve özellikle üçü bir arada, bizim tarihimiz boyunca millî anlamlara sembol yaptığımız renklerdir. Anadolu halkının pek çoğunun millî giysilerinde bugün de üçünü bir arada kullanmaya düşkün olduğu renklerdir.

Bunları günümüzde de gelecekte de en geniş biçimde ve her yerde kullanmaya devam etmemiz gerekmektedir. Aksi bir tutum, bölücülerin amaçlarına göre hareket etmek olacaktır. O bakımdan, Osmanlı Devleti'nde devlet başkanlığı bandosu demek olan ve o yüzden devlet başkanlığı renkleri olan sarı, kırmızı ve yeşil renkli kıyafetlerden oluşan tarihî Mehter Takımlarında başta olmak üzere, gerek tarihî filmlerde gerekse tarihî ve kültürel geleneklerimizin gerektirdiği her yerde mutlaka kullanılmalıdır.

Böylece, bu renklerin bölücülüğün değil, tam aksine millî birlik ve beraberliğin renkleri olduğu önem ve özenle vurgulanmalıdır.

Burada, şuna da önemle işaret etmeliyim ki, biz toplum olarak bir zamanlar, millî bayramlarımızdan olan Nevruz'u unutulmaya terkettik. Derken birileri bunu alıp Kürt bayramı diye takdim etmeye ve Nevruz'u bölücülüğe alet etmeye kalkıştılar. Tıpkı onun gibi, sarı, kırmızı ve yeşilin tarih boyunca bizde hükümdarlık renkleri olduğunu da unuttuk. Yine hemen birileri bunları alıp, bunlardan sözde bayraklar yaparak bölücülük simgesi yapmaya kalktı.

Bu iki olay bize, millî kültür geleneklerini, yani kültürel geçmişinin bir takım değerlerini unutmuş veya ihmal etmiş olan toplumların bu yüzden ne gibi acılar ve sıkıntılar yaşayabileceğini yaşayarak göstermiştir. Dileğim, bundan yeterli dersi çıkarmamızdır. Şüphe yok ki, bu değerlere en geniş şekilde yeniden sahip çıkmamız, bölücülerin heveslerini kursaklarında
bırakacak ve millî birlik ve beraberliğimizin pekiştirilmesine büyük katkılar sağlayacaktır.

Prof. Dr. Reşat GENÇ

Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Eski Başkanı


NOT: ALINTIDIR

Yazan: TOLES
˙Her Hakkım Saklıdır®™

Tevrattaki Vaad Edilmiş Toprakları Elde Etme Yolları Ve Uşakları




Tevrattaki Vaad Edilmiş Toprakları Elde Etme Yolları Ve Uşakları


Büyük Kürdistan= Büyük Ermenistan= Büyük İsrail Devleti


Barzani Aşireti İngiliz casusudur, Aynı Zamanda Dönme Yahudilerdir. ABD'de çok gizli bağlantı ve Ticaret İlişkileride vardır.Türkiye ile ilgili olan En Önemli Yanı Nakşibendi Tarikatının Neresinden Bağlantıları veya Bağları Vardır.Türkiyedeki Destekçileri Kimlerdir?"

Araştırmacı-tarihçi Cezmi Yurtsever, Barzaniler'in Osmanlı Dönemi'nden bugüne kadar İngiliz casusu olarak çalıştıklarını belgeledi. İşte araştırmadan çarpıcı başlıklar: Kuzey Irak'ta yaşayan Barzaniler'in, Osmanlı Dönemi'nden bugüne kadar İngiliz casusu olarak çalıştıkları belgelendi. Adanalı tarihçi Cezmi Yurtsever, Osmanlı Arşivleri'nden elde ettiği bilgilere dayanarak yaptığı açıklamada, Barzani Aşireti'nin geçmişte eşkıyalık yaptıkları için "Başıbozuk" olarak adlandırıldıklarını, padişah Abdülhamit'in Musul-Kerkük'teki petrol yataklarından faydalanmaya çalışan yabancıları uzaklaştırmaya çalışması üzerine de maaş karşılığı İngilizler menfaatine bölgede isyanlar çıkardıklarını söyledi.

Osmanlı Arşiv Daire Başkanlığı tarafından Musul-Kerkük yöresiyle ilgili seçilerek 1993 yılında yayınlanan 96 adet belgede, bölgenin Türk yönetiminden nasıl koparıldığı hakkında geniş bilgiler bulunduğuna işaret eden Yurtsever, "Osmanlı arşivindeki çok sayıda belgede, Barzani Aşireti'nin petrol yataklarını devletleştiren Abdülhamit yönetimine karşı aşiret isyanlarını yönettikleri ve para karşılığı casusluk yaptıkları açık açık ortaya koyuluyor" dedi. 6 Şubat 1889 tarihinde Padişah Abdülhamit'in emriyle Kerkük yakınlarında bulunan çok zengin maden ve petrol yataklarının devletleştirilmesine yönelik hazırlanan yasa çıkarıldığını, 1910 yılında da İngiltere'nin Musul Konsolosu Vibliki'nin izinsiz olarak Kerkük'ten Süleymaniye'ye geçerek, dağlık bölgedeki Barzani aşiret şeyhleriyle görüştüğü ve isyanları kışkırttığının da belgelerde yer aldığını ifade eden Yurtsever, "Barzani şeyhi Abdüsselam'ın üzerine asker sevk edildiğinde elde edilen mektuplarda, İngilizler'den yardım aldığı da ortaya çıkmıştır. Van Valisi Haydar Bey'in 2 Ağustos 1919 tarihinde İstanbul'a çektiği şifreli telgrafta da İngilizler'in Kuzey Irak bölgesini doğrudan işgal ettiği, Barzani şeyhi Mahmut'a destek verdikleri, Erbil ve Revanduz aşiret reislerine de ayda 170'şer Ruble maaş dağıttıkları yazılmıştır" diye konuştu. Kuzey Irak'ta 100 yıl önce İngiliz desteğiyle isyan çıkaran Barzani Aşireti'nin bugün de aynı destekle benzer işler yaptıklarını söyleyen Yurtsever, "İngiliz ve Amerikalılar'ın bütün amacı, Kuzey Irak Kürtleri'ni petrol ve gaz yataklarına bekçilik yaptırmaktır. Irak probleminin arkasında bu tarihi gerçek vardır. Irak'ta yaşananlar, Kürt milletinin tarihsel amaçlarına uygun süreçle sonuçlanmayacak, orada bekçilik yapacaklardır" dedi.

NOT: Alıntıdır(Açık İstihbarat)
Yazan: TOLES
˙Her Hakkım Saklıdır®™