Bu Blogda Ara

22 Aralık 2009 Salı

KÜRT TERÖR ÖRGÜTÜNÜN DERİN CİNAYETLERİ


Koma Komalên Kurdistan PAÇAVRASI

HRK_ARGK_HPG_1982-1986-2000-PAÇAVRASI

KADEK_2002-2003-PAÇAVRASI

Kongra_Gel_2003-PAÇAVRASI

PKK_1978-PAÇAVRASI

Pkk1995-PAÇAVRASI

Pkk-PAÇAVRASI

Kürt Terör Örgütünün derin cinayetleri


HAŞIM SÖYLEMEZ

Sayı: 718/ Tarih : 08-09-2008

Ergenekon soruşturması kapsamında ifadesi alınan Şemdin Sakık ‘Kürt Ergenekonu’na dair çarpıcı açıklamalarda bulunuyor. Sakık’ın anlattıklarına göre PKK’nın kuruluşunda yer alanların neredeyse tamamı Öcalan’ın talimatıyla öldürüldü.

Parmaksız Zeki kod adlı eski PKK’lı Şemdin Sakık, 13 Nisan 1998’de ‘Yarasa Operasyonu’ ile Kuzey Irak’ta yakalanıp Türkiye’ye getirildi. Sakık, yıllardır, yattığı Diyarbakır Cezaevi’nden yaptığı açıklamalarla terör örgütü PKK hakkında önemli bilgiler veriyor. Yaklaşık yirmi yılını geçirdiği ve üst düzey sorumluluğa kadar yükseldiği PKK hakkında kitaplar yazan Sakık, daha çok İmralı’da tutuklu teröristbaşı Abdullah Öcalan’ın özel hayatına dair bilgileri ifşa ediyor. Adalet Bakanlığı tarafından ‘sakıncalı” bulunan Sakık’ın son kitabının yayımlanmasına izin verilmedi. “İmralı’da Bir Tiran” isimli çalışmaya Aksiyon ulaştı.

Terör örgütü içindeki idamlar, derin komplolar ve Öcalan’ın bir güce bağlı çalıştığı noktasında ilginç ayrıntılara yer veriliyor kitapta. Örgüt içi idamlar başlı başına incelemeye değer. Öcalan’ın talimatıyla verilen ölüm emirlerinin, PKK’nın kuruluşunda bulunmuş kişilere yönelik olması dikkat çekici. Öcalan ile yola çıkanlar ‘ajan’ suçlamasıyla bir bir öldürülüyor. Kitaba göre, PKK ve Öcalan’ın derin bağlantılarını çözen asla affedilmiyor. Sakık, Öcalan’ın yaşantısını ve hastalık derecesine vardığını iddia ettiği komplekslerini de aktarıyor.
APO PAŞA OLMAK İSTİYOR

Çalışmada, Öcalan’ın ailesi ve çocukluğuna dair anekdotlar aktarılıyor. Sakık’a göre, Urfa’da bulanan Mehmet Öcalan başta olmak üzere ailenin bütün fertlerine örgüt kasasından yıllardır para aktarılıyor. Öcalan’ın askerî okula gidip paşa olmak istediği ise kitaptaki diğer ayrıntı. “Ancak eğitimini yarıda bıraktı. ‘Halkın çıkarları için okulumu terk ettim’ dedi. Okumanın işbirlikçilik olduğunu söyleyerek tahsil gören gençleri suçladı. Onlara okulu terk edin çağrısında bulundu. Okulların yakılması, öğretmenlerin katledilmesi için talimat verdi.”
Sakık, Öcalan’ı anlatırken onun kendini peygamberlerden daha üstün tuttuğunu, hatta peygamber olduğunu düşündüğünü belirtiyor. Peygamberleri de küçümsediğini anlatan Sakık, Öcalan’ın bizzat şahit olduğunu söylediği bir konuşmasını da aktarıyor: “Aha Dâvud’un Zebur’u. O da vahiyle gelmiş. İçinde kendine ait ne kadar fikir olup olmadığı tartışmalıdır. Aha Musa’nın Tevrat’ı. Değiştirile değiştirile günümüze gelmesine rağmen bomboş. Aha İsa’nın İncil’i. Başlıklarına baktım, bir göz gezdirdim. Sözüm ona sevgiyi işliyor ama benim yaptığım gibi somutluk kazandırmıyor. Aha Muhammed’in Kuran’ı. Korkutmaktan başka ne yazmış ki? O ayetleri de onun yazıp yazmadığı belli değil. İşte görüyorsunuz, çağları aşan peygamberler bile sadece birer kitap yazmış. Hatta kitapsız olanlar da var. Ama ben hepsini aştım. Tamı tamına beş yüz kitap yazdım. Sina Dağı’na çıksaydım, öyle Musa’nın yaptığı gibi On Emir’le değil, en az on kitapla dönerdim. Ben Hira Dağı’na çıksaydım, Allah kadar bilgiyle donanıp öyle gelirdim. İnsan çıkar, Tanrı inerdim.”

Öcalan’ın tam bir megaloman olduğunu ve daima kendisini fotoğraflayan iki örgüt mensubunun bulunduğunu yazan Sakık’a göre Öcalan’a ait görünen kitaplar da aslında başkalarına ait: “Sözleri kayda alınır, militanlar tarafından düzeltilir, gerektiğinde cümleler tümden değiştirilirdi. İçine ünlü filozoflardan çalıntı sözler yerleştirilirdi. Bu çalışma sonrasında ortaya çıkan materyale Öcalan’ın kitapları denirdi. Kimi militanlar kaleme aldıkları yazıların altına Öcalan imzası attıktan sonra, o kitabın yayınlanmasına izin verilirdi. Gerek İmralı’daki savunmalar sürecinde, gerekse de AİHM’e sunduğu savunmalar tam bir hırsızlık ve kopya örneğidir. Manifesto veya savunma denilen kitabın tarih bölümleri ABD’li (aslında Avustralyalı) tarihçi Gordon Childe’nin tezlerinden olduğu gibi kopya edilmiştir. Engels’in Ayaklanma Üzerine Tezler adlı yapıtını da kendi tezi olarak yayınladı.”

YAŞAR KEMAL’DEN ROMANINI YAZMASINI İSTEMİŞ
Sakık’a göre Öcalan, Yaşar Kemal’den kendi romanını yazmasını istemiş; “Aha ben, güneş gibi ortadayım… Aslında doğru bakmasını bilseydiniz, Kürt romanını çoktan yazdığımı görecektiniz. Türk romanını da yazmış sayılırım. Görüyorsun, bazıları da sözde kendilerine romancı diyor. Örneğin Yaşar Kemal. O yeni yetme Kemal’den söz ediyorum. Benim gibi büyük ve de mücadeleci bir kişilik varken, böyle bir halkın varlık yokluk savaşı yürütülürken; o gitmiş Çukurova’nın börtü böceğiyle uğraşıyor… Yazık değil mi, insan bu kadar değeri görmezden gelir mi?”
Öcalan, Orhan Pamuk’u da yerden yere vuruyor, onu hayal yazmakla suçluyor: “Nakkaşları yazıyor. Bu büyük savaşı görsene, bu inanılmaz kişilik abidesine baksana. Böyle sıradan ve basit şeylerle uğraşmanın ne anlamı var. Kesinlikle Özel Savaş’ın bir yönlendirmesidir.” Şemdin Sakık’ın kitabında Abdullah Öcalan, yazar Ahmet Altan için de benzer şeyler söylüyor. Öcalan, Altan’ın halkı yozlaştırmak için özel görevlendirildiğini de ileri sürüyor. Öcalan, aynı şeyleri Kürt yazar Mehmet Uzun ve Musa Anter için de dile getiriyor. Ergenekon iddianamesine yansıyan fotoğraflarıyla gündeme gelen Yalçın Küçük, Öcalan’ın beğendiği tek isim.

Öcalan, kendi adının ve yaptıklarının içinde geçtiği şarkılar yapılmasını da istiyor. Ermenistan Kürtlerinden Aram Tigran’ı, kendisi için şarkı bestelesin diye kiralıyor. Hatta bu çaba karşılığında Tigran’a her beste için nakit para veriyor, ayrıca Halep ve Paris’te iki ev satın alıyor. Öcalan daha sonra aynı teklifi başka sanatçılara da götürüyor Şemdin Sakık’ın iddiasına göre: “Benzer teklifleri Şivan Perver, eşi Gülistan Perver ve Civan Haco’ya da götürdü. Ama bu sanatçılardan yüz bulamadı.”

33 ERİ ŞEHİT EDENLERE ÖDÜL VERİLDİ

Mardin, Şırnak ve Sivas yöresi başta olmak üzere, ülkenin birçok yerinde yaşanan köy baskınlarının ve katliam düzeyine varan eylemlerin hepsinin Abdullah Öcalan’ın talimatıyla gerçekleştiğini anlatan Sakık, duruma göre bu eylemleri kabul ya da inkâr ettiğini yazıyor. 33 erin şehit edilmesi olayını da kitabında anlatan Sakık, talimatın Öcalan tarafından bizzat verildiğini belirtiyor: “1993 yılının mayıs ayında, sorumluluğu altında hareket eden bütün silahlı gruplara, gelişen operasyonlara karşı misilleme yapma yönünde talimatlar verdi. Bingöl-Elazığ karayolunda yaşanan olayda 33 asker öldürüldü. Bu olaydan hemen sonra Öcalan olayı sahiplenerek savundu ve değerlendirmeler yaptı. BBC radyosuna verdiği demeçte, bu eylemi üstlendi ve eylemin misilleme eylemi olduğunu söyledi. Gerek Türkiye genelinde, gerek dünya kamuoyunda bu eyleme karşı sert tepkiler ortaya çıkınca, bu sefer de yüz seksen derecelik dönüş yaptı. Eylemin örgüt içi çeteler tarafından yapıldığını söylemeye başladı. Hatta isim vererek olay mahallinden oldukça uzaklarda bulunan şahsımı tepkilerin hedefi yaptı. Bir yandan sorumluların cezalandırılacağını söylerken, diğer taraftan da eylem sorumlularına kutlama mesajları gönderdi. Onları ödüllendirdi. Hatta serbest bırakılan birkaç Kürt kökenli askeri öldürmedikleri için de eylemcileri eleştirdi.” Ergenekon iddianamesinde 33 erin şehit edilmesi olayını, tutuklu Doğu Perinçek’in azmettirdiği de ileri sürülüyor. Ancak talimatın Öcalan’ın onayı ile verildiğine dair emir ve talimatların PKK’nın kayıp arşivinde olduğu belirtiliyor.

OLOF PALME CİNAYETİNİ KULLANDI
Öcalan aynı tavrı İsveç Başbakanı Olof Palme cinayetinde de gösteriyor: “Öcalan Roma’dayken Palme suikastının MİT tarafından gerçekleştirildiğini ortaya atarak İsveç ile Türkiye’yi karşı karşıya getirmeye çalıştı. Cinayetleri bile kendine bir yer açmanın aracına dönüştürdü. Türkiye’ye getirildiğinde ise Olof Palme cinayetini PKK’dan ayrılanların işlediğini söyleyerek bu kez Türkiye’ye yaranmaya çalıştı.”
ÇATIŞMALAR 12 EYLÜL’E ZEMİN HAZIRLADI
Sakık, kitapta terör örgütünün tarihini anlatırken de ‘derin’ ilişkilere dair ipuçları veriyor. Çatışmalı ortam ve o ortamda gerçekleşen komploların anlatılması oldukça manidar. PKK, diğer örgütleri tasfiye ettikten sonra Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ne yerleşmeye başlar. İki temel alan Diyarbakır kent merkezi ve Urfa kırsalıdır. 1976-1979 yıllarını kapsayan bu süreç, bölgede faaliyet yürüten Kürt örgütleriyle de çatışma yılları olur. Örgütün ilk silahlı grupları olan tabancalı suikast timleri bu saldırılar için kurulur. Sırasıyla ÖY (Özgürlük Yolu), DDKD ve KUK (Kürdistan Ulusal Kurtuluşçuları) gibi Kürt grupları, Öcalan’ın azmettirdiği cinayetlere maruz kalır. Apocu gruptan ayrılmak isteyenler tek tek öldürülür. Kurulduğu yıldan itibaren radikalleşen terör örgütü, yaptıklarıyla 12 Eylül 1980 Askerî Darbesi’ne davetiye çıkarır. Ancak darbeden hiç etkilenmez.
Abdullah Öcalan’ın kontrolündeki PKK, devlet bürokrasisinde çalışan Kürtleri ‘işbirlikçi’ ilan eder. Orta ölçekli Kürt zenginlerini kara listeye alarak vergiye bağlar. Sakık, o günleri şöyle anlatıyor: “Vergi vermeyenleri öldürttü. Faili meçhul olarak tarihe geçen birçok cinayetin altında imzası olduğu hâlde, bu cinayetleri bile bir başka Kürdü suçlamakta kullandı. Örgüte katılmayan, başka örgütlenmelere giden, en küçük bir eleştiri yapan veya onu benimsemeyen her insanı doğal düşmanı saydı ve her türlü saldırıya maruz bıraktı.”
KOMPLOYLA ÖLDÜRÜLENLER
PKK’da başlayan seri cinayetler ve komplolar, Öcalan ile onun derin ilişkisini bilenlere namlunun çevrilmesine neden olur. PKK ve Kürtler açısından önemli olan isimler bu süreçte bir bir vurulur. Bunların başında Haki Karer gelir. Türk kökenli Karer, PKK’nın kurucularından. Bireysel özellikleriyle grupta önderleşmeye ve Öcalan’ın öncülüğünü tartışmalı hâle getirmeye adaydır. Bu durum Öcalan’ın dikkatinden kaçmaz. Hatta giderek, grubun Apocular-Hakiciler diye bölündüğü söylentileri yaygınlaşır. 18 Mayıs 1977 tarihinde, Antep’te, bir tartışma esnasında çıkan kavgada Haki Karer vurulur. Böylesine önemli birinin sıradan bir kahvede, çok basit bir biçimde vurulması dikkat çekicidir. Ardından koruması olarak yanında bulunan kişi de Karer’i koruyamadığı gerekçesiyle örgüt tarafından öldürülür. Öcalan’ın Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden tanıdığı, sol örgüt üyesi bir kişi de Haki Karer’in katili olarak öldürülür. Bütün bunlar peş peşe gelişir. Karer’in vuruluşunun üzerindeki sis perdesi hiçbir zaman aralanmaz. Yıllar sonra da kardeşi Baki Karer (Süleyman) hain ilan edilerek vurulur. Karer’den sonra sıra Mehmet Karasungur’dadır.
PKK’NIN KAHRAMANLAŞTIRDIĞI KORKMAZ’I ÖCALAN MI ÖLDÜRTTÜ?
Türk kökenli Kemal Pir’in hikâyesi ise daha derindir. PKK’nın kuruluşunda rol alan üç kişiden biridir. 12 Eylül’den önce Lübnan’a gider. Öcalan’ın talimatıyla Türkiye’ye gönderilir. Yanında Mahsum Korkmaz ve Mehmet Can Yüce vardır. Kozluk’ta yolları asker tarafından kesilir; Kemal Pir ve Mehmet Can Yüce yakalanır. Sakık, kitabında Pir’in ölümünü Öcalan’a bağlıyor: “Pir ve arkadaşlarının ölüm orucuna yatmalarında, eriyerek can vermelerinde bir sakınca görmez. Kemal Pir, Mehmet Hayri Durmuş ve Mazlum Doğan olmak üzere onlarca örgüt lideri, ya Öcalan’ın talimatıyla ya da Öcalan’ın yurtdışına kaçmasını protesto etmek amacıyla kendilerini yakarak, boğarak, ölüm oruçlarına yatarak öldürürler.” Ancak Öcalan’ın bu ölümlere yorumu çok daha farklıdır: “Onlar ölmediler, onlar Öcalan’ın içine eridiler, onlara layık olmak istiyorsanız Öcalan’ı dinleyin... Onun izinde gidin.”
Abdullah Öcalan, ölen ve öldürülen herkesin üzerinden prim sağlamayı da bildi. Bunlardan biri de Egid kod isimli Mahsum Korkmaz. 1985’te, yoğunlaşan askerî operasyonlar sonucunda terör örgütü büyük darbe alır. Operasyonlardan kurtulan birkaç yüz militan, korunmak amacıyla Irak’taki kamplara çekilir. Buna rağmen, o anda Irak kamplarında bulunan Korkmaz, otuz kişilik bir militan grubunun başında Türkiye’ye gönderilir. Bu grubun Gabar Dağı’na üslenmesi, kışı burada geçirdikten sonra eylemlere başlaması istenir. Olayın gerisini Şemdin Sakık aktarıyor: “Benim de içinde bulunduğum bu grup, Türkiye sınırını geçer geçmez, güvenlik kuvvetlerinin takibine alındı. Sonbahar ve kış mevsimi baştan başa operasyonlardan kaçma ve çatışmalara maruz kalma ile geçti. Çatışma ve operasyonların olmadığı günlerde ise doğa ve açlıkla boğuşmak zorunda kaldık. Bazen operasyonlarda kayıplar verirken, bazen de açlıktan ölme ve bitkin düşmeler yaşandı. Sessiz ve kansız bir katliamın kurbanlarıydık; ama farkında değildik. 28 Mart 1986’da, sadece ekmek bulmak amacıyla bir gece yürüyüş yapmak zorunda kaldık. Bulunduğumuz bölgede her gece atılan yüzlerce pusudan birine düştük. Bu pusuda bir arkadaşımızın hafif yara alması dışında hiçbirimize zarar gelmezken, Öcalan’ın sağ kolu Mahsum Korkmaz alnından tek kurşunla vuruldu. Nasıl vurulduğunu aramızda uzun uzadıya tartıştık. Gerekli araştırmaları yaptık. Bir süre sonra olay yerine giderek tahkikatta bulunduk. Sonuçta içimizden birinin kurşunuyla vurulduğu sonucuna vardık. Bu kişinin Feyzi Aslan (Selim) olduğu konusunda şüphemiz kalmamıştı. Çünkü bu kişi tabancasını olay yerinde bırakmıştı. Zaten olay sonrasında Öcalan ile ilişkiye girip grubun sorumluluğunu almıştı.”

Feyzi Aslan İran’a oradan da Rusya’ya gönderilir. Daha sonra Mahsum Korkmaz ismi bayraklaştırılır. Öcalan tarafından ismi Bekaa’daki kampa verilir. Hâlen aynı isimde Kandil’de bir akademi bulunuyor. Ve Korkmaz bir efsane olarak yeni militanlara anlatılıyor. Korkmaz’ın ölümü PKK tarihindeki en ‘derin’ cinayetlerden biri olarak bilinir.
PKK’nın kurucularından Abdullah Ekinci’nin (Gözlüklü Ali) öldürülmesi de oldukça ilginç. Ekinci’nin 1986’da intihar ettiği ileri sürülür. Sakık, cesedin Bekaa’daki kayalıkların altına gömülü olduğunu söylüyor. Müslüm Durgun’un (Dr. Baran) durumu da farklı değildir; Nisan 1994’te Şam’da bulunduğu sırada intihar ettiği söylenir.
KADINLAR BİR BİR VURULUR
Şemdin Sakık, kitabında teröristbaşı Abdullah Öcalan’ın kadın militanları nasıl istismar ettiğini de örnekler vererek anlatıyor. Öcalan’ın Suriye’de bulunan ‘yoğunlaşma’ adı verilen evlere istediği kadın militanı aldığı belirtiliyor. Hatta Öcalan kadınları seçmek için PKK’lıların eğitim sırasında çekilen görüntülerini izleyip beğendiği teröristi Suriye’ye çağırıyor. Sakık, tanık olduğu olayları aktarırken idamların kime sorulması gerektiğini de söylüyor: “Öcalan, bütün bu kızları eğitim için çağırdığını söylüyordu. Herkese sahip olmak istiyordu; ama kızların çoğunluğu cinsel tacizlere ve köleleştirme yaklaşımlarına boyun eğmediler. Bu kızlara, ‘fahişeler, ajanlar, önderliğe özel savaş açmışlar’ diyerek suçlamalarda bulunurdu. Küfür sağanağı altında bir-iki tetikçiye teslim edip sorgulama merkezi olan Lübnan’ın Bar Elias Kenti’ne gönderirdi. Düzmece ifadeler imzalatır ve haklarındaki ölüm cezalarını onayladıktan sonra ya döverek ya boğarak ya da kurşuna dizerek öldürtürdü. Irzına geçtiği kızların sayısını bilmediği gibi tecavüzünü reddeden kaç kızı ölüme gönderdiğini de bilemez. Ama belki Rıza Altun kaç kızı öldürdüğünü bilir.”

‘Yoğunlaşma’ evlerinden geçip sonra ‘ajan diye öldürdüğü’ kızların isimleri de var kitapta. Her kızın hayatı uzun uzun anlatılıyor. Evin, Adife, Dilan, Saime, Ayten, Bircan bunlardan sadece birkaçı. Ancak kitapta yer alan bir bölüm dehşet verici boyutta. Öcalan’ın, kardeşi Osman Öcalan’ın karısını nasıl alıkoyduğu ve Selim Çürükkaya’nın eşine nasıl tecavüz ettiği aktarılıyor.


VEDAT AYDIN PKK’LI DEĞİLDİ
“İmralı’da Bir Tiran” isimli kitapta Şemdin Sakık, çok iyi tanıdığı Öcalan’ın yakaladığı fırsatları nasıl değerlendirdiğini de anlatıyor. Sakık bunun için Vedat Aydın örneğini veriyor: “ Aydın, Bismilli bir toprak ağasının oğluydu. 12 Eylül’de, Sıkıyönetim Mahkemeleri’nde, DDKD Davası’ndan yargılanmış ve Diyarbakır Askeri Hapishanesi’nde kalmıştı. Sürekli PKK ile ideolojik politik çatışmaya girmişti. Hatta onların saldırısına uğrayıp yaralandığı bile söylenir. Öcalan 1989 yılında Aydın’ın örgüte katılması yönünde ikna edilmesi ya da ‘hain’ diye teşhir edilerek etkisizleştirilmesi kararına vardı. Ama Aydın, PKK’lı olmayı reddetti. Bu tutumunu son ana kadar sürdürdü. 1991’de gerilimli bir süreçte kaçırılıp öldürüldü. (Kapatılan Halkın Emek Partisi Diyarbakır İl Başkanı olan Aydın, 5 Temmuz 1991’de kaçırılıp öldürülür. Bu cinayette Ergenekon parmağı olduğu ileri sürülüyor.) Ölümünden sonra, ‘en iyi insan ölü insandır’ mantığının gereği olarak ona da sahip çıkarak cenazesini ve gerisinde bıraktığı sevgiyi sömürmekte gecikmedi ve halen de bu sömürü devam ediyor.”


PKK’NIN DERİN İNFAZLARI

Şemdin Sakık, kitabında Öcalan’ın talimatıyla gerçekleştiren önemli idamları bir bir sıralıyor:

Ali Doğan Yıldırım: 1976’da, Ankara’da öldürülür. Ancak örgüt, tepki çekmemek için bunu ‘intihar’ diye duyurur. Bu olay sonrasında, 2 Eylül 1979 tarihli Aydınlık Gazetesi’nde, Têkoşîn grubu adına yayımlanan bir bildiride infazın iç yüzü şöyle anlatılır: “Ortaya çıkışlarıyla birlikte, 1976’da kendi arkadaşları Ali Doğan Yıldırım’ı kaldığı evde adeta polis adına beynine tek kurşun sıkarak öldürdüler. Cesedini bir sokağa bırakarak ‘arkadaşımızı çelik yelekli polis timleri vurdu’ yaygarasını kopardılar. Daha sonra olay öğrenilince, kaza olduğunu söyleyerek geçiştirdiler. Ali Doğan’ın öldürülmesinde kullanılan tabanca daha sonra Kemal Pir’in üzerinde yakalandı…”
Mehmet Turan: PKK’nın 1. Kuruluş Kongresi’ne katılan kadrolardan. Öcalan’ın MİT ajanı olarak bilinen Pilot Necati ile ilişkisini derinlemesine bilen, derin devletle olan ilişkisine ve birçok karanlık olaya şahit olan Mehmet Turan, ‘ajan-provokatörlükle suçlanır. 1979 yılında Mardin’de öldürülür.
Baki Karer (Süleyman): 1978’de, Antep’te öldürülen Hakkı Karer’in kardeşi. Kardeşinin ölümünde başından beri Öcalan’dan kuşku duyar. Baki Karer de diğerleri gibi, ‘önderlik çizgisiyle oynamak, önderliğe karşı kadroları kışkırtmak ve parti saflarında tasfiyecilik geliştirmek’ iddialarıyla suçlanır. 1982’de Lübnan’da kaçarken yakalanıp idam edilir.

Abdullah Kumral (Yusuf Hoca): 1979-1980 yıllarında, PKK’nın Gaziantep il sekreterliğini yapar. Öcalan’ı eleştirdiği için göz hapsine alınır. Ardından örgütten kaçar. Ancak Suriye istihbaratı tarafından yakalanarak PKK’ya teslim edilir. Bekaa Kampı’nda, kulaklarına tüfek harbisi sokularak ve bin bir çeşit işkenceye maruz bırakılarak öldürülür.
Şükrü Karakuş (Şoreş): 1982’de Bekaa Vadisi’nde ‘Türkiye’ye gidip eylem yapmak için uygun zaman değildir’ dediği için Mahsum Korkmaz tarafından kurşuna dizilerek öldürülür.

Cemile Merkit (Seher): Örgüt kararıyla Ali Haydar Kaytan ile evlendirilir. Hamile kalır. Öcalan’ın talimatıyla altı aylık bebeğini düşürür. Mayıs 1982’de, Bekaa Vadisi kayalıklarında öldürülür. Daha sonraki tarihlerde Seher’in akıbetini araştıran ağabeyi Yıldırım Merkit ve babası da örgüt tarafından ortadan kaldırılır.

Murat Bayraklı: 1982’de PKK 2. Kongresi sonrasında, örgüt içi temizlik hareketinin kurbanlarından biri. Bu süreçte Türkiye’den yurtdışına kaçan Murat Bayraklı, 5 Haziran 1984 günü, Batı Berlin’de, bir çöp konteynırında yakılarak öldürülür. Enver Ata: Örgütün yurtdışındaki önemli kadrolarından. 20 Haziran 1984’te, İsveç’in Uppsala şehrinde, otobüs durağında beklerken, örgüt militanları tarafından öldürülür.

Resul Altınok (Davut): Avrupa ülkelerinde faaliyet yürütür. 1982’de, PKK’nın 2. Kongresi için Şam’a çağrılır. Havaalanına inince Öcalan’ın görevlendirdiği iki kişi tarafından Suriye istihbaratının denetiminde bulunan bir hücre evine götürülür. Sorgudan sonra idam edilecektir. Ali Haydar Kaytan ve Ömer Altun; Resul Altınok’a önce bir çukur kazdırır, sonra çukur içinde kafasına kurşun sıkarlar.
İzzettin Evcil (Serdar): 1977-79 arasında PKK Batman sorumlusu ve örgütün 12 Eylül Askerî Darbesi öncesinde önde gelen kadrolarından. 1984 sonlarında, PKK içerisinde muhalif çizgi oluşturduğu gerekçesiyle öldürülür.
Zülfü Gök: PKK muhalifi Enver Ata ile ilişkisi olduğu gerekçesiyle 7 Ağustos 1984’te, Almanya’da arabasının içinde kurşunlanarak öldürülür.

Çetin Güngör (Semir): 12 Eylül Askerî Darbesi sonrasında Avrupa’daki PKK faaliyetlerini örgütler. Aralık 1981’de ERNK Avrupa Sorumlusu olur. 1982 baharında toplanan PKK 2. Kongresi’ne çağrılır. Kongre’de görüşlerini açıklarken hakkında idam kararı çıkarılır. Bu kararın infazı için, Federal Almanya’da bir evde gözaltına alınır. Buradan kaçar; ancak İsveç’in Stockholm kentinde öldürülür.

Lamia Baksi (Dr. Jîyan): Yazar Mahmut Baksi’nın kız kardeşi. ‘İsveç hükûmetinin ajanı’ ilan edilir ve infazı gerçekleştirilir. Olof Palme cinayetini sorgular. Bu Öcalan tarafından boynuna asılan yafta olur. İnfazı Cemil Bayık biliyor.

Mustafa Ömürcan (Sarı Ömer): PKK-MK üyesi Ali Ömürcan’ın yeğeni. 1980 öncesinde PKK’nın Avrupa kadrosu olarak faaliyet yürüttü. 1986’da, PKK’nın 3. Kongresi’ne katılmak üzere Şam’a gider. Bir sene sonra, örgüt talimatlarına karşı gelmek suçundan idam edilir.

Mahmut Bilgili: 12 Eylül döneminde PKK davalarına bakan bir avukattır. Mart 1987’de Hollanda’da bir lokantada öldürülür. Cesedi parçalanarak kanalizasyon çukuruna atılır.
Mehmet Tunç: Bir dönem Avrupa’da PKK yapılanması içinde yer alır. Şam’a çağırılıp öldürülür.
Dilaver Yıldırım (Haydar): PKK’nın oluşumunda yer alır. İlk eylemi PKK yöneticisi Kemal Pir’i Sinop Ulubey Hapishanesi’nden kaçırmak olur. Örgüt’e mali kaynak sağlamak amacıyla Ankara’da 1977’de Güven Hastanesi’nin soyulması eylemini gerçekleştirir. Bu soygun sırasında yakalanır ve 12 Eylül sürecini hapishanede geçirir. Lübnan’daki kamplara çağrılır. Ve bir gece intihar ettiği söylenir.
Halil Kaya (Kör Cemal): PKK’nın 3. Kongresi’nde genel sekreter birinci yardımcılığına getirilir. Ahmet Kesip tarafından ağır bir işkenceye tabi tutulur. Öcalan’ın talimatıyla kurşuna dizilerek idam edilir. Cesedi Zağros dağı eteğine gömülür.
Mustafa Çimen (Teyfik): PKK’nın ilk silahlı birliklerinden 14 Temmuz Silahlı Propaganda Takımı’nın üyesi. Mahsum Korkmaz’ın (Egît) hem siyasi hem de askerî yardımcısı. 15 Ağustos 1985’te Eruh’ta bir jandarma karakoluna yapılan baskında yer alır. Aynı yıl bir çatışmada TSK’nin eline sağ geçince Öcalan tarafından ‘hain’ ilan edilir ve hakkında ölüm emri çıkarılır. Pişmanlık Yasası’ndan yararlanan Mustafa Çimen, 1990’da hapishaneden tahliye olunca Urfa’da PKK timlerince öldürülür.
Şahin Dönmez: Elazığ’da iken, şüpheli bir şekilde tutuklanır. Elazığ Bölge Sorumlusu olduğunu ve kaldığı adresi bilen tek kişi Öcalan’dır. Dönmez’in Elazığ’a ulaşır ulaşmaz tutuklanışının sebepleri üzerindeki sis perdesi hiçbir zaman aralanmaz. Durumun farkına varan Dönmez, devletle işbirliğine girer. Sorgusu sırasında, Öcalan’ın kaldığı adresi bildiğini ve gidip getirebileceklerini ısrarla söylemesine rağmen herhangi bir operasyon yapılmaz. Yıllarca cezasını çektikten sonra cezaevinden çıkar çıkmaz, tetikçiler tarafından vurularak öldürülür.

Şahin Baliç (Metin): Bekaa Vadisi’ndeki Mahsum Korkmaz Akademisi’nin başında kaldığı altı ay içinde, her biri bir metrekare olan 60 hücre yaptırır. Bu hücreleri akademi denilen sahaya gelen kuşkulu gençlerle, özellikle öğrencilerle doldurur. Ona göre, öğrenciler Kemalist ajanlardır. Gün geçmesin ki birkaç kişi yargılanıp haklarında idam cezaları verilip onaylanmasın. Baliç gerçek mermilerin kullanıldığı bir tatbikat düzenler. Abdullah Öcalan da burada hazır bulunur. Hasan Bindal tatbikatı izleyenler arasındadır. Nereden geldiği belli olmayan bir kurşunla Hasan Bindal anında can verir. Olay anında, Öcalan’ın yanı başında bulunmasına rağmen, Şahin Baliç olaydan sorumlu tutulur ve tutuklanır. Daha dün, Öcalan’ın yardımcılığını yapan bu adam, kendi eliyle yaptığı karanlık hücrede işkenceye alınır. Baliç, çarçabuk bağlanarak beton hücreye sıkıştırılır. Kaba dayaktan geçirilir, üzerinde naylon eritilir, ellerine ve ayaklarına çiviler çakılır, baldırları şişlenir ve her türlü yıldırıcı psikolojik yöntem uygulanır. Eğitimini aldığı Öcalan’ı iyi tanıyan Şahin Baliç, daha fazla direnmenin anlamsız olduğunun farkındadır. Kendisine yöneltilen her suçlamayı çaresiz kabul eder.
Zeki Yılmaz: Türk kökenli. 1975’te PKK’ya katılır. 1977-80 yıllarında yapılan eylemlerin çoğunda yer alır ve 1980’de yakalanır. 1991’e kadar Diyarbakır Askerî Hapishanesi’nde yatar ve tahliyesinden hemen sonra Lübnan’daki kamplara gider. O dönem yapılan Zindan Konferansı’na katılır. Örgüt içi demokrasi eksikliğinden söz edince, Öcalan’ın hedefi hâline gelir ve bilinmeyen bir yerde infaz timlerince öldürülür.
Mehmet Şener (Ahmet): PKK Genel Sekreter Yardımcılığı’na yükselir. Ajan oldukları suçlamasıyla Şener ve kendisiyle birlikte hareket eden üst düzey militanlar bağlanarak bir mağaraya konulurlar. Bu mağaradan kaçarak kurtulur. ‘Hain, ajan’ olmadığını, Öcalan’a söylemek amacıyla Irak’tan Suriye topraklarına geçer. Şener’in Suriye topraklarında olduğunu duyan Öcalan, bu durumu ‘ele geçmez fırsat’ bilerek hemen harekete geçer. İki kadını görevlendirip onun yanına gönderir. Bir yandan gönderdiği kadınlar ile onu oyalamaya çalışırken, diğer yandan Suriye istihbaratının yardımını alarak onu öldürme planları hazırlar. Bulunduğu evde kıstırılıp, iki tetikçi tarafından kurşunlanarak öldürülür. Şahin Baliç’i sorgulayıp öldüren Şener, bir yıl sonra aynı akıbette uğrar.
Cemil Işık (Hogır): İşçi olarak gittiği Avrupa’da örgüte katılır. Öcalan tarafından Bekaa’da eğitilir. 1987’de bizzat Öcalan tarafından kurulan özel bir eylem grubuna yönetici olur. PKK-MK üyeliğine kadar yükselir. Hainlikle suçlanınca örgütten kaçar. Peşine kadın suikastçılar takılır. Bunlardan biri evlilik numarasıyla yanına sokulur ve evlenir. Bu kadın 1993 yılında, Almanya’da onu vurur. Onu vuran kadın militan, Şam’a gitmekle ödüllendirilir. Bir süre sonra da İran’da bir çatışmada öldürülür.
Ali Ömürcan (Terzi Cemal): PKK’nın kurucu üyelerindendir. Engizek Dağı’nda görev yapan Ömürcan Suriye’ye çağırılır. Oradan Lübnan’a gönderilir. Burada Cemil Bayık tarafından sorgulanır, ardından idam edilir.

Mehmet Çimen (Ali Rıza): 12 Eylül öncesinde, PKK içinde yer alır. Bir süre sonra da kadınlarla ilişkiye girdiği iddiasıyla, sokulduğu banyo küvetinde üzerine asit dökülmek suretiyle buharlaştırılarak yok edilir.
Yıldırım Merkit: PKK’nın ilk oluşumunda yer alır. 1994’te Romanya’da öldürülür.

ÖCALAN YAZLIK VE KIŞLIK EVLERDE KALIRDI
Suriye ordusunun merkez karargâhının yanı başında Suriye sosyetesinin merkezi Halep’in lüks bir semtinde ve Akdeniz kıyısındaki turizm merkezi Lazkiye’de birer tane olmak üzere iki yalıyı Öcalan kullanır. Lübnan’ın Bar Elias şehrinde, yılda bir-iki kez hava değişikliği bahanesiyle uğradığı bir çiftlik, Lübnan ve Suriye sınırındaki iki ayrı tatil köyünde birer, Şam ve Suriye’nin başka şehirlerinde de birçok dairesi bulunuyor. Şemdin Sakık, Öcalan’ın kullandığı evleri şöyle anlatıyor: “ Bunların hepsi gördüğüm, bizzat bildiğim evler. Bunların dışında başka evlerin olduğu da kesindir. Hiçbir zaman tam olarak neler yaptığını öğrenemedik. Çünkü onun için yapılan masraflar hesap dışıydı, bir nevi örtülü ödenekti. Parti evleri dediği bu evler, Suriye’nin her tarafında vardı. Ama sözü edilen evlerde sadece o kalırdı. Bu evlere, eğitime aldığı kızlar ve şoförleri dışında hiç kimse uğrayamazdı. Avrupa’dan getirtilen lüks malzemeyle donatılan bu evleri kullanma hakkı sadece ona aitti. Evlerde yüzme havuzları, spor kompleksleri, kameriyeler ve oyun alanları bulunurdu. Sadece dekorasyonlar için milyon dolarlar harcanmıştı. Toplanan bütün paralar Şam’a onun emrine giderdi.”

Not: Alıntıdır.
 
 
Yazan: TOLES
˙Her Hakkım Saklıdır®™

GÖKTÜRK “ORKUN” ABCESİNİ ÖĞRENME KILAVUZU






GÖKTÜRK “ORKUN” ABCESİNİ ÖĞRENME KILAVUZU


Göktürk Yazıtları; Türklerin bilinen ilk yazılı belgeleridir. Orkun ırmağı yanında bulunduğu için Orkun Yazıtları adı ile de anılır.

1893 yılında Danimarkalı dil bilimci Vilhelm Ludvig Peter Tomsen tarafından, Rus Türklük bilimcisi Vasili Vasilyeviç Radlof'un yardımıyla çözülmüş ve aynı yılın 15 Aralık günü “Danimarka Kağanlık Bilimler Akademisi'nde” bilim acununa açıklanmıştır.

ÖZELLİKLER

• Arapça gibi sağdan sola yazılır.

• Lâtin tamgalarında olduğu gibi büyük, küçük tamga ayırımı yoktur.

• Sözcükler arasına boşluk konmaz; ayırmak için “:” imi kullanılır. Aynı oğurda tümce sonlarına da “:” imi konur.

• Eski Türkçede “F, Ğ, H, J, V” sesleri olmadığından, bunların simgeleyen tamgalar da yoktur.

• Tamgalar kalın-ince olmak üzere nitelenmektedir.

TAMGALAR



Sesli Tamgalar

Orkun Yazıtlarında 4 ünlü tamga vardır. Hem ince hem de kalın olarak kullanıldıklarından bir tamga iki ses verir, dolayısıyla 8 ünlüye karşılık gelirler.



Tamga Okunuşu Tamga Okunuşu

a A - E ı I - İ

o O - U ö Ö - Ü

a : Sözcük başında uza ilk seslemde sessiz tamgadan sonra yazılmaz. Sözcüğün ikinci, üçüncü sözcüklerinde yer almaz. Sözcük sonunda kullanılır.



i : Sözcük başında yazılır. Ancak ikinci, üçüncü seslemlerde kullanılmaz. İlk seslemde Q uza c tamgalarından önce yazılmaz. İç seslemlerde de bu tamgalardan öñce yazılmaz. Sözcük sonunda kullanılabilir. İlk seslemde “o, u, ö, ü” varsa ikinci ve soñraki seslemlerde yazılır.



o : Sözcük başında kullanılabilir. Ancak q tamgasından önce kullanılmaz. “Ko-Ku” sesi verilmesi istenirse q tamgasının sonuna eklenir. İlk seslemde “o, u” varsa soñraki seslemlerde “o, u” yazmaya gerek yoktur. Ama ilk seslemde ayrı bir sesli varsa iç seslemlerde o, u yazmaya gerek vardır.

“u” tamgası olarak sözcük sonuna yazılabilir.



ü : Sözcük başında kullanılabilir. Ancak X tamgasından önce kullanılmaz. “Kö-Kü” sesi verilmesi istenirse X tamgasının sonuna eklenir. İlk seslemde “ö, ü” varsa soñraki seslemlerde “ö, ü” yazmaya gerek yoktur. Ama ilk seslemde ayrı bir sesli varsa iç seslemlerde “ö, ü yazmaya gerek vardır.

“ü” tamgası olarak sözcük sonuna yazılabilir.



Sessiz Tamgalar

Kalın uza ince olmak üzere 20 tikedir.



Kalın Okunuşu İnce Okunuşu

B ab b eb

D ad d ed

G ag g eg

K ak k ek

L al l el

N an n en

R ar r er

S as s es

T at t et

Y ay y ey



B : Kalın ünlülü sözcüklerde kullanılır. “ab” sesini verir.

Sözcük başında “ab” uza “ba” diye okunur.

aBB (baba) - şRB (barış) - aB (aba)

***

b : İnce ünlülü sözcüklerde kullanılır. “eb” sesini verir.

Sözcük başında “eb” uza “be” diye okunur.

ütröb (börtü) – nb (ben) – kbb (bebek)

***

D : Kalın ünlülü sözcüklerde kullanılır. “ad” sesini verir.

Eski Türkçe'de “d” ile başlayan sözcük olmadığından sözcük başında “ad” diye okunur.

mV (aldım) - aND (adana) - ıYD (dayı)

***

d : İnce ünlülü sözcüklerde kullanılır. “ed” sesini verir.

Eski Türkçe'de “d” ile başlayan sözcük olmadığından sözcük başında “ed” diye okunur.

mJk (kendim) - mdd (dedem) - lgd (degil/değil)

***

G : Kalın ünlülü sözcüklerde kullanılır. “ag” sesini verir.

Eski Türkçe'de “g” ile başlayan sözcük olmadığından sözcük başında “ag” diye okunur.

çG (agaç/ağaç) - aGG (gaga) - amALG (aglama)

***

g : İnce ünlülü sözcüklerde kullanılır. “eg” sesini verir.

Eski Türkçe'de “g” ile başlayan sözcük olmadığından sözcük başında “eg” diye okunur.

mtig (egitim) - enslg (gelsene) - nH (engin)

***

K : Kalın ünlülü sözcüklerde kullanılır. “ak” sesini verir.

Sözcük başında “ak” uza “ka” diye okunur.

Sözcüğün ortasında da “ak” uza “ka” diye okunur.

“ko, ok, ık, kı, ku, uk” seslerini kullanmak için önüne uza ardına ünlü eklenmez. Çünkü bu sesleri veren “q (ok-uk)” ile “Q (ık-kı)” sesleri kullanılmaktadır.

NKşıK (akışkan) - KBK (kabak) - qBK (kabuk)

***

k : İnce ünlülü sözcüklerde kullanılır. “ek” sesini verir.

Sözcük başında “ek” uza “ke” diye okunur.

Sözcüğün ortasında da “ek” uza “ke” diye okunur.

“ök, kö, kü, ük” seslerinde kullanılmaz. Bu sesler için “X (ök-ük)” tamgası kullanılır.

mVk (keldim/geldim) - lHöX (köñül/gönül) - alk (ekle)

***

L : Kalın ünlülü sözcüklerde kullanılır. “al” sesini verir.

Eski Türkçe'de “l” ile başlayan sözcük olmadığından sözcük başlarında “al” diye okunur.

Sözcük içinde “al, ıl, ul” ilen “la, lı ,lu” sesleri için önüne uza ardına ünlü tamga eklenmesi gereksizdir. Bu seslerin nasıl çıkacağına kendinden önceki seslemin sesli tamgası belirler.

NLRuq (kurulan) - aLKY (yakala)

***

l : İnce ünlülü sözcüklerde kullanılır. “el” sesini verir.



Eski Türkçe'de “l” ile başlayan sözcük olmadığından sözcük başında “el” diye okunur.

mlö (ölüm) - mlib (bilim) - zsl (elsiz)

***

N : Kalın ünlülü sözcüklerde kullanılır.



Eski Türkçe'de “kalın n (N)” ile başlayan sözcük olmadığından sözcük başında “an” diye okunur.

KMN (anmak) - AN (ana)

***

n : İnce ünlülü sözcüklerde kullanılır.



Eski Türkçede, “ne, nereye...” gibi sözcükler dışında “ince n (n)” ile başlayan sözcük bulunmadığından sözcük başlarında “en” sesini verir.

Ek olarak, sözcük sonunda kalın seslilerin ardından yazılması olanaklıdır.

ns (sen) - nzüd (düzen)

***

R : kalın ünlülü sözcüklerde kullanılır.

Eski Türkçede “r” ile başlayan sözcük bulunmadığından söz başlarında “ar” sesini verir.

KMR (aramak) - CıR (arınç) - NKRO (Orkun)

***

r : İnce ünlülü sözcüklerde kullanılır.

Eski Türkçede “r” ile başlayan sözcük bulunmadığından söz başlarında “er” sesini verir.

Xrüt (Törük / Türk) - ilrik (kirli)

ekr (erke / enerji)

***

S : kalın ünlülü sözcüklerde kullanılır.

Sözcük başında “as” uza “sa” diye okunur.

NLS (salın) - HOS (son) - BUS (sub / su)

***

s : İnce ünlülü sözcüklerde kullanılır.

Sözcük başında “es” uza “se” diye okunur.

zms (semiz) - üHüs (süngü) - übös (söbü / ovâl)

***

T : Kalın ünlülü sözcüklerde kullanılır.

Sözcük başında “at” uza “ta” diye okunur.

ZST (Atsız) - MTUT (tutam) - ŞT (taş)

***

t : İnce ünlülü sözcüklerde kullanılır.

Sözcük başında “et” uza “te” diye okunur.

zHt (tengiz / deñiz) - eçXrüt (Törükçe / Türkçe)

ikt (etki) - irHt (Tengri / Tañrı)

***

Y : Kalın ünlülü sözcüklerde kullanılır.

Sözcük başında “ay” uza “ya” diye okunur.

YTq (Oktay) - KNUY (yunak) - LOY (yol)

***

y : İnce ünlülü sözcüklerde kullanılır.

Sözcük başında “ey” uza “ye” diye okunur.

kmy (yemek) - gbköX / ybXg (Kökbeg / Gökbey) - Höy (yön)



Bağımsız Sessizler

Kalın, ince diye ayrılmayan tamgalardır. Tüm sözcüklerde kullanılırlar. Sözcüğün durumuna göre ya kalındırlar ya da incedirler.

Bu öbekte 5 tamga bulunur.



Tamga Okunuşu Tamga Okunuşu

ç ça p pa

m ma ş şa

z za



ç : Kalınlarda “ça” incelerde “çe” sesini verir.

GÇ (açıg / acı) - qoç (çok) - çoq (koç)

***

m : Kalınlarda “ma”, incelerde “me” diye okunur.

Eski Türkçede “m” ile başlayan sözcük bulunmadığından sözcük başlarında “am, em” sesini verir.

Sözcük sonunda eylem eki olarak kullanıldığında önüne uza ardına “ı (ı)” ilen “i (i)” tamgalarının konması gereksizdir.

aLıML (almıla / elma) - içm (emçi / eczacı)

km (emek) - kmk (ekmek)

***

p : Kalınlarda “pa”, incelerde “pe” diye okunur.

Eski Türkçede “p” ile başlayan sözcük olmadığından sözcük başlarında “ap” ilen “ep” sesini verir.

aşp (paşa) - plk (kelip / gelmiş) - ŞMPY (yapmış)

***

ş : Kalınlarda “şa”, incelerde “şe” diye okunur.

ıçş (aşçı) - amRTŞR (araştırma) - nş (şen)

***

z : Kalınlarda “za”, incelerde “ze” diye okunur.

Eski Türkçede “z” ile başlayan sözcük olmadığından sözcük başlarında “az, ez” diye okunur.

Sözcük sonlarında “ız,iz, uz, üz” seslerini verir.

zST (Atsız) - ngzö (özgün) - ZMıQ (kımız)



Ünlü Sessizler

Toplamda 4 tikedirler.



Tamga Okunuşu Tamga Okunuşu

c iç - ic q ok - uk

Q ık X ök - ük



c : “iç” diye okunur. “iç- ic” seslerini verir. “c” tamgası olarak kullanılabilir.

Duruma göre ardına “e (e)” alabilir.

ikcb (biçki) - irc (içeri)

***

Q : Sözcük başında “ık” diye okunur.

zmıQ (kımız) - QRIQ (kırık) - aNIQ (kına)

***

q : Sözcük başında “ok, uk” diye okunur.

YTq (Oktay) - qLO (oluk) - KŞUq (kuşak)

***

X : Sözcük başında “ök, ük” diye okunur.

ybküX (Kökbeg / Gökbey) - lzüX (közel / güzel)

eçXrüt (Törükçe / Türkçe)

Ünlü sessizlerin (c Q q X) “çi/ci, kı, ko/ku, kö/kü” seslerini vermesi istenirse sonlarına ünlü tamga eklenmesi gerekir.



Birleşik Sessizler

İki sessiz tamganın birleşiminden oluşan tamgalardır. Toplamda 5 tikedirler.



Tamga Okunuşu Tamga Okunuşu

v lt (alt) H ng (ang)

C nç (anç) F yn (ayn)

J nd, nt (ant)



v : Hem kalın hem de ince ünlülü sözcüklerde kullanılır. “ald, eld” ilen “alt, elt” diye okunur.

mv (aldım) - vk (kent) - üvü (öldü)

***

C : Hem kalın hem de ince ünlülü sözcüklerde kullanılır. “anç, enç” diye okunur.

CTu (utanç) - CKRUK (korkunç)

CR (arınç) - CzK (kazanç)

***

J : Hem kalın hem de ince ünlülü sözcüklerde kullanılır. “and, end, ant, ent” diye okunur.

amşLJ (antlaşma) - KMJUY (yontmak)

rJö (önder) - kJü (ündek / telefon)

***

H : Hem kalın hem de ince ünlülü sözcüklerde kullanılır. “ang, eng” diye okunur.

zHt (tengiz / deniz) - iHzü (üzengi) - ıHK (kangı / hangi)

***

F : Hem kalın hem de ince ünlülü sözcüklerde kullanılır. “ayn, eyn” diye okunur.

KFO (oynak) - RFO (oynar) - IF (aynı)

Yazan: TOLES
˙Her Hakkım Saklıdır®™

HÜSEYİN NİHAL ATSIZ'IN SÖYLEVLERİ !!!


HÜSEYİN NİHAL ATSIZ'IN SÖYLEVLERİNDEN BAZILARI !!!

Sözlük anlamı “and” ve “uzak hedef” demek olan “ülkü”,,,


Taviz hangi düşmanı isteğinden vazgeçirmiş, hangi taviz veren kazançlı çıkmıştır.

Düşmana verilen taviz onun cüretini ve iştahını artırır.

Türkçülük bir ülkü, siyaset ise iktidara geçme taktiğidir. Bu sebeple bir ana inanç ve ana düşünce olan ülkü asla değişmediği halde siyaset yani taktik her zaman değişir.

Bir gün ülkede milliyetçi geçinen politikacılar, yöneticiler, sanatçılar, aydınlar hiç bir çıkar kaygısına düşmeden, yiğitçe, korkusuzca Türkçü söylemlerde, Türkçü tavırlarla milletin karşısına çıkarlarsa o gün Türkçülük büyük bir utkuya yaklaşır.

Bir millet bağımsızlığını, hürriyetini ve sınırlarını kaybedebilir, hatta yıllar boyunca başka bir milletin esareti altında yaşamak zorunda kalabilir ama bütün bu unsurlar o milletin yok olmasına etken olamaz. Ancak kendi dilini kaybetmiş bir millet yok olmaya mahkumdur.

Bir millete, geçmişini unutturmak, onu yok etmenin ilk şartıdır.

Bir milletin yürütücü kuvvetine “ülkü” denir.

Bize bir gençlik lazımdır. Temelinde cehalet, duvarlarında riya, tavanlarında dalkavukluk bulunmasın.

Dinin bir ruh ihtiyacı olduğunu bilim kabul etmiştir.

Dün sultanlara taptığı zannolunan bu millet, milli mevcudiyetini tehlikede görünce bir kumandanın emri altına girmiş, hayatını ortaya atarak istiklalini ve istikbalini kazanmıştır.

Dünyadaki bütün milletler, yabancı devlet hakimiyetinde kalan soydaşlarını kendileriyle birleştirmek için silahlı ve silahsız savaşlar yaparlar. Bunun adı emperyalizm değildir, irredantelizmdir ki makbul bir davranıştır.

Gerçekten Türkçü olmak kolay değildir. Her önüne gelen Türkçü olamayacağı gibi, her Türkçüyüm diyen de Türkçü olamaz.

Hayvan nevileri arasında bir kör sıçan vardır ki günde kendi ağırlığının iki üç misli yemek yemezse ölür. Yunanistan, galiba o kör sıçanın neslinden gelmektedir.

Herkes barıştan söz ettiği halde herkes savaşıyor. Çünkü herkes kendi yarınını, öbür gününü, daha uzak geleceğini emniyete almak istiyor. Çünkü kimse kimseye güvenmiyor. Çünkü herkes birbirinden korkuyor.

İlk düşüneceğimiz şey: Türkiye’de Türk Kültürü’nü hakim kılmak, yabancı tesirleri silkip atmaktır.

Kendimize dönelim. Ahlak, edebiyat, musiki, giyim, zevk, yemek, eğlence, hukuk, aile, adet, anane ve her şeyde milli olalım.

Kızılelma ülküsüne “tehlikeli maceracılık” diyenler, bugünkü Araplar ile Yahudiler’e bakıp düşünmelidirler. Hele Yahudiler 2000 yıl önce kaybettikleri vatanlarını yeniden ele geçirmek ve yalnız kitaplarda kalmış olan İbrani dilini diriltip bir konuşma dili haline getirmek uğrundaki çalışmaları ile dünyaya örnek olmuşlardır.

Milleti yapan unsurlardan biri de din olduğuna göre, Türkler‘in dini üzerinde de durmaya mecburuz. Hiç şüphe yok ki, Türkler‘in dini müslümanlıktır. Eski dinimiz olan Şamanlık’dan da bazı unsurlar alarak bir Türk müslümanlığı haline gelen bu din, on yüzyıldan beri bizim milli dinimiz olmuştur.

Milletler, ölebildikleri kadar yaşama hakkına sahiptir.

Milli mukaddesatı olamayan millet, millet değil, hayvan sürüsüdür.

Milli şuur uyanık olunca başıbozuktan kurmay, vatan haininden profesör, hekimden dilci, cahilden müverrih, yabancıdan vekil, serseriden ülkücü çıkmaz.

Not: Alıntıdır.
 
Yazan: TOLES
˙Her Hakkım Saklıdır®™

GERÇEK TÜRKÇÜLÜKTE "SONUN BAŞLANGICI" NİHAL ATSIZ'I TEK BIRAKIP TÜRKEŞ'İN CKMP'YE ÜYE OLUŞU




ALPASLAN TÜRKEŞ'İN CKMP’YE ÜYE OLUŞU.


Türkeş, eski Milli Birlik Komitesi (27 Mayısçılar) üyesi 14′lerden 9 arkadaşı ile 1964 yılında CKMP (Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi) kongresinde bu partiye katıldı.

1965 yılında genel başkan oldu.

1967 KURULTAYI

Kasım 1967 tarihindeki kurultayda Türkeş, komünizmi baş düşman ilan etti.

Türkeş’e “başbuğ” ünvanı verildi.

Yine bu kurultayda, ilk kez kimin yazdığı tartışmalı olan 9 Işık Doktrini ortaya atıldı.

Artık devrimci milliyetçiliğin 6 Ok’una karşılık, gerici milliyetçiliğin 9 Işık’ı vardı.

Türkeş’in “Davadan döneni vurun” sözleri, Milli Hareket Dergisi kapağında yer aldı.

CKMP “kışla gibi” bir partiye dönüşmüştü. Hitap tarzı “albayım binbaşım..” şeklindeydi.

Osman Bölükbaşı, gazetecilere “CKMP’de kılıç şakırtısından, çizme gıcırtısından binaya girmek bile mümkün olmuyor” diyordu.

Oysa çok geçmeden çizmenin yerini takunya, kalpağın yerini takke alacaktı.

1969 ADANA KURULTAYINDA PARTİNİN ADI MHP OLUYOR

1969 Adana Kurultayı’nda, partinin adı ve amblemi değişti.

Kendilerini “Türkçü” olarak adlandıran gurup, yönetimden uzaklaştı, ümmetçilerin egemenliği başladı.

Yani MHP, kuruluşundan itibaren “Türk-İslam Sentezi” adı verilen, ABD’nin önce “Yeşil Kuşak”, sonra “Ilımlı İslam” politikasına uygun bir biçimlenişle doğdu.

Bu kurultayda, Türkçüler (Bozkurtlar) ile İslamcılar (Hilalciler) karşı karşıya geldi.

Kendilerini “muhafazakar milliyetçi” olarak tanımlayan “Milliyetçiler Derneği” Genel Başkanı İsmail Hakkı Yılanlıoğlu, ve dernek üyeleri Ahmet Er, Acar Okanlar gibi isimler yönetimde etkin oldu. Osman Yüksel Serdengeçti, Necip Fazıl ve Hüseyin Üzmez gibi isimlerin etkisiyle İslami motifler öne çıktı.

Eski MHP Yozgat Senatörü Servet Bora, “Yılanlıoğlu bir gün partide Atatürk’ün resmini indirmişti, bu yüzden Muzaffer Özdağ ile tartışmıştı” diyor.

Parti amblemi olarak “Üç Hilal” seçildi, gençlik kolları Ülkücü Gençlik’in amblemi ise Bozkurt olacaktı.

Kurultayda “Atsızcılar” olarak bilinen ve 14′lerden Muzaffer Özdağ, Numan Esin, Rıfat Baykal ve Mustafa Kaplan tarafından desteklenen Türkçüler Derneği İstanbul Şubesi üyelerinin sayısı azdı. Bunlar Niyazi Adıgüzel, Kürşad Özkan, Mustafa Ok, Haluk Çay ve Ufuk Şehri öncülüğündeki gençlerdi.

Kürsüye çıkan Türkeş, NATO’yu övdü, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra dünyanın merkezinin Avrupa’dan Amerika’ya taşındığını, Ortadoğu ve Uzakdoğu’nun Sovyet yayılmasına karşı savunmasız kaldığını söyledi. ODTÜ’de Amerikan elçisi Kommer’in arabasının yakılmasını ve Amerikan 6. Filosundaki erlerin Dolmabahçe’de denize atılmasını sert bir şekilde eleştirdi.

(Necdet Pekmezci, Nurşen Büyükyıldız, “Ülkücüler”)

MHP’de artık en çok atılan slogan, “Tanrı dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslümanız” idi.

“MHP Genel Merkezinin önünde otobüsler birikmişti. Namık Kemal Zeybek’e sordum: ‘Bu otobüsler nereye gidiyor’ diye. Zeybek bana ‘Bizim gençleri Adıyaman Menzil Şeyhi’nin yanına gönderiyoruz, eğitilsinler’ dedi. Bundan sonra Ilımlı İslam’ın etkisi partide çok arttı. Hatta içimizde bazı arkadaşlar ‘Türkçülere vurulan kafir suçlamasından kurtulduk’ diye seviniyorlardı.” (Servet Bora anlatıyor)

Yeşil Kuşak Projesi (Büyük Ortadoğu Projesi’nden önde ABD’nin projesi buydu) ancak İslami motiflerle yürütülebilirdi. Bundan dolayı MHP milletvekili adayları artık Türkçü olmaktan ziyade tarikatlarla sıcak ilişkisi olanlar, hatta bizzat tarikat liderleri arasından seçilmeye başlandı.

“Bir gün bunu rahmetli Türkeş’e sordum. ‘Ne oldu bize, çizgimiz nasıl böyle değişti’ diye. Türkeş çok manidar bir yanıt verdi: ‘1971′den sonra olay bizi aştı. Dış etkilere mani olamadık” (Nihat Çetinkaya anlatıyor)

MHP - TÜRKÇÜ ÇATIŞMASI

Adana Kurultayı’nda Nihal Atsız taraftarları yolun sonuna geldi. Partide etkinlikleri kalmadı. MHP - Türkçüler Derneği çatışması başladı.

Atsız ve Türkeş arasında karşılıklı suçlamalar ve hakaretler sürdü.

1972 Türkçüler Derneği Kongresi’ni Atsız kazandı. Bir gurup MHP’li dernekten ihraç edildi.

1944 yılında Türkeş ile birlikte “Turancılık Davası”nda yargılanmış olan Atsız, ölene kadar Türkeş’le konuşmadı.

Türkeş, Atsız’ın cenaze törenine katılmadı.

MHP Eski İstanbul İl Başkanı Nihat Çetinkaya, “1970′den sonra parti içinde Türkçü düşünce, Atsız’ın kitaplarının okunması yasaklandı” diyor.

PARTİ İÇİNDE FETHULLAHÇI ÖRGÜTLENME

Türkeş’in Fethullah Gülen’i savunmasından sonra, parti içinde Fethullahçı örgütlenme güçlendi.

“Bugün Fethullah Gülen’in MHP içinde güçlü bir biçimde örgütlendiğini görüyoruz. Tabiri caiz ise, AKP nasıl ABD’nin emrindeki bir İslamı, “Ilımlı İslam”ı temsil ediyorsa, MHP de ABD’nin hoşuna giden “Ilımlı Milliyetçilik” yapıyor, ikisi de işbirliği yapıyor. MHP, Türk milliyetçiliğinden, Kemalist milliyetçilikten süreç içinde adım adım uzaklaşmış, ve bunu savunanlar da süreç içinde tasfiye edilmişlerdir. Ülkücü hareket bugün tamamen ümmetçi bir çizgiye çekilmiştir.

ABD İLE EN İYİ STRATEJİK ORTAKLIK

Gerçekten de, MHP’nin 2007 Seçim Bildirgesi, ABD ile en iyi stratejik ortaklığı yapmayı vaat ediyordu.

Yani MHP, BOP Eşbaşkanlığı’na adaylığını koyuyordu.

Zaten kurulduğu günden beri hep ABD yandaşı bir çizgi izlemişti. Amerikan milliyetçiliği.

Türk milliyetçisi gençler ise, partinin adına aldanarak Amerikan tuzağına düşüyorlardı bilmeden ve/veya bilerek!
++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++

Ek.: Haluk Argun’dan bir yorum:

MHP MHP olmazdan önce Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi idi….o vakitler, o parti o isimle suni teneffüs halinde iken Türkeş MBK tarafından fazlaca “kurt” bulunup Hindistan’a sürgüne yollanmış idi….Ne zaman ki Türkeş’e orada “mission impossible” ekibi ile ABD müttefikimiz el attı..O zaman Türk Milliyetçiliği kavramı şimdiki AKP nin “Amerikan usulü İslam” kavramına “devşiriliverdi”….

Yani bizim müttefik bazen kurgular başbakan eder sürer sürülerinin başına, bazen kırmak, yok etmek istediği bozulmadan çıkış yapıyor ise, ona sonradan veya arada derede “el atar” ve kendinden yapar…Bu maalesef pek çok iradesi zayıf coğrafyada asker için de geçerlidir, sivil için de….

Neticede, bakarsın, “Our boys” der çıkar işin içinden “netekim”….!!

Amma velakin, ara sıra “Chavez” misali “infiltre “edemediği oluşumlar da oluyor..O neden, nasıl oluyor derseniz, Latin halklarının “Aztek-Maya” soylarının “yavşak soylar” ile karışmamış ve bozulmamış olmasındandır diyebiliyorum teorik olarak…

NOT: Alıntıdır.
Yazan: TOLES
˙Her Hakkım Saklıdır®™

BY_TOLES